UYGUR TÜRKÇESİ KONUŞAN ÇOCUK VE GENÇLERİN SORUNLARI
ÖZET
Tebliğimizde ilk olarak Uygur Türk lehçesi genel çerçeveleriyle anlatılacak ardından 1949 Yılında Çin Devleti tarafından işgal edilen ve 66 yıldır farklı eğitim politikasının uygulandığı Doğu Türkistan’da birkaç kez yapılan alfabe değişikliklerinden bahsedilecektir. Yapılan bu değişiklerin nesiller üzerindeki yansımalarından örnekler; aynı ailede dede, baba ve oğul farklı alfabelerle okuyup yazmaktadır. Dedesi-nin yazısını torunu torununkini de babası anlayamamaktadır. Alfabe değişikliğinin doğurduğu kültürel neticelere dikkat çekilecektir.
Ecdadımızın Bilge Tonyukuk’un mirası Göktürk kitabelerini zürriyetinin okuyamaması vehametinin yeniden yaşanması muhtemeldir. Divan’ı Lügat-üt Türk, Divanı Hikmet, Atabetül Hakayık ve Kutadgu Bilig gibi eserlerimizin yetişmekte olan neslimiz tarafından okunamaması ve anlaşılamaması gibi bir tehlike kapımızda beklemektedir. Bugüne kadar ki izlenilen eğitim politikası ve bugün yapılabilecekler hususunda konu ele alınacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti devletimizin Çin’in Doğu Türkistan’da uyguladığı diğer politikalar yanında eği-tim politikası hususunda, Uygur Türklerinin kültürel mirasına nasıl sahip çıkabilecekleri konusunda daha iyi önderlik yapması için öneriler tebliğin ikinci bölümünü oluşturmaktadır.
Son bölümde ise Doğu Türkistan’dan dünyanın çeşitli bölgelerine göç etmiş Uygur Türklerinin ço-cuklarının yitik nesil olmaması için yapılabilecekler ele alınacaktır. Türkiye’de yaşayan Uygur Türklerinin çocuklarının aldıkları eğitim, kültürel kimlikleri ele alınarak, bu çocuklarının etnik kimlikleri dahası hür dünyada varlıklarını sürdürebilmeleri, köklü Uygur edebiyatının bu çocuklara aktarılması konusunda dev-let eliyle alınabilecek önlemler için öneriler yer alacaktır.
Anahtar Kelimeler: Uygur, anadil, alfabe, Türkistan, Göktürk, Kutadgu, Bilig, edebiyat, eğitim, Ça-ğatay, Çin, işgal.
Giriş
Uygur Türkçesi Ural Altay Dil Ailesinin Türk dilleri grubuna aittır. Özbek, Kazak, Kırgız, Tatar, Sala, Nogay, Türkmen, Türk, Azerbaycan, Başkırt, Karakalpak, Kumık, Tu-har, Hakas, Çuvaş, Yakut, Karayım, Karaçay, Şor, Ayakan, Tilvut, Tura, Kundum, Ku-mandi, Kuybul, Korik, Soyut, Sağay, Baraba, Kaça ve Libid dilleri bu gruba mensuptur.
Uygur Türkçesi uzun geçmişe sahip bir dildir. Bu dil geçirdiği tarihi süreçle zengin-leşmiş ve mükemmelleşmiştir. Binlerce yıllık tarihi gelişim sürecinde Uygur dilinde fazla fonetik değişiklik olmamış ise de leksikoloji ve gramer yapısında birçok değişiklikler, ye-nilenmeler ile olgunlaşarak incelikler kazanmıştır. Bu dil asırlardır kendisinin temel özel-liklerini kaybetmeden devam ede gelmiştir. Tarihi süreçte gelişerek kazandığı incelikleriyle en derin düşünce ve kavramları hiç sıkıntısız ifade edebilme özelliğine sahip olan Uygur Türkçesi Türkî diller arasında ilk gelişen ve mükemmelleşen dildir.
Ayrıca Uygur Türkçesi VIII. Yüz yıldan XIV. Yüz yıla kadar Orta Asya’daki tüm Türkî milletlerin anlayabileceği ortak bir edebi dil haline gelmiştir. XIV. Yüz yıldan XX. Yüz yılın başlarına kadar “Çağatay Dili” adıyla Doğu Türk halkının edebi dili olarak kul-lanılmıştır. (GOPUR & HÜSEYİN, Uygur Edebiyat Antolojisi, 1987)
Uygur Türkleri kendi medeniyet tarihinin her evresinde çeşitli yazılar kullanarak kendi yaratmış oldukları kültürel değerlerini nesilden nesile aktarmaya devam etmişlerdir. Bugüne kadar bulunan ve üzerinde incelemeler yapılan yazma eserlerin büyük bölümü üç çeşit resmi alfabe; Türk-Runik (yâda Orhun-Yenisey) alfabesi, eski Uygur alfabesi ve Arap alfabesi esasındaki Uygur alfabesi ile yazılmış olup, 1300 yıldan fazla tarihi geçmişe sahiptir.
Ayrıca farklı tarihlerde bölgede yapılan arkeolojik kazılarda yukarıda adı geçen üç esaslı alfabeyi içeren 24 çeşit alfabe, 17 çeşit dile ait yazma eserler bulunmuştur. Bu yaz-ma eserlerin türü ve muhtevasına bakıldığında Uygur Türklerinin yaşadığı bu bölgelerde bilim ve medeniyetin geliştiği açıkça görülmektedir.
Aşağıda Uygur Türklerinin tarihi süreçte en çok kullandıkları üç esaslı alfabe; Türk-Runik (yâda Orhun-Yenisey) alfabesi, eski Uygur alfabesi ve Arap alfabesi esasındaki Uygur alfabesi ile ilgili kısaca bilgilere değineceğiz.
a. Türk-Runik Alfabesi
Bu alfabe Türk dilinde konuşan halkların (özellikle Uygur Türklerinin) 7. 9. Yüz yıl-larda kullandığı alfabedir. Bu alfabenin kendine has özellikleri Orhun-Yenisey yazıtların-da görülmektedir. Bu alfabe şekil itibariyle Almanların kullandığı runik alfabesine benze-diği için, oryantalistler ve Türkologlar (özellikle Uygur Türkologlar) tarafından “Türk-Runik alfabesi” diye adlandırılmıştır. Diğer yönden bu alfabe ile yazılan eserler, Mengü taş metinlerinin hepsi Moğolistan’daki Orhun nehri ve Sibirya’daki Yenisey nehri vadile-rinden bulunduğu için “Orhun-Yenisey alfabesi” diye de adlandırılmıştır.
Bu alfabe ile yazılan çok sayıda taş yazıtları bulunmuştur. Bilge Kağan, Köl Tigin, Tonyukuk Mengü taş yazıtları, Muyunçur eserleri ve Dokuz Uygur Ay Tanrıda Kut bul-muş, Alp Bilge Kağan Mengü taş yazıtları bunların başında gelenlerdendir.
Bu eserler Uygur Türkleri başta olmak üzere kadim Türk kabilelerinin kullandığı al-fabe, siyasi, ekonomi, medeni durumları, tarihi ve edebiyatına ilişkin yapılacak araştırma-larda ciddi önem arz etmektedir.
b. Eski Uygur Alfabesi
IX. yüz yılın ikinci yarısından itibaren tedrici şekilde Orhun-Yenisey alfabesinden eski Uygur alfabesine geçilmiştir. Uygur Türklerinin eski Uygur alfabesine geçmelerinin nedeni, tarihi gelişmelerin kaçınılmaz gerçeklerinden biri idi.
Ayrıca bu alfabe o devirdeki Uygur dilinin özelliklerine belli ölçüde uyumluluk gös-teren bir alfabe olup, aynı devirde Uygur edebi dilini ifade etmede Türk-Runik alfabesine nazaran daha uygun olduğu için, sadece Uygur Türkleri arasında değil diğer Türk dilinde konuşan halk ve kabileler arasında da uzun süre geniş ölçüde kullanılmıştır.
Eski Uygur alfabesi Soğdi alfabesi esasında meydana gelen bir alfabe olup, baş, orta ve son harflerden oluşur. Bu alfabede 18 ila 22 sembol kullanılmış olup, bunlardan beş harf sekiz ünlü harfleri ifade etmede kullanılmıştır. 18 harf ile 22 ünsüz harf ifade edilirdi, yazı ise soldan sağa ve yukarıdan aşağıya yazılırdı.
1950. Yılında Moğolistan’ın Ulankhum’da bulunan eski Uygur alfabesi ile oyulan Mengü taş yazılarına bakıldığında, Rus bilgini Radlov “Dokuz Uygur Ay Tanrıda kut bul-muş Alp Bilge Kağan Mengü taşı” nın Soğdi dili ve Soğdi alfabesi ile yazılan kısmını yan-lış bir şekilde ilk eski Uygur alfabesi olarak kabul etmiştir. Alman bilginlerinden Mollir ve Lovvir ise bu kabulün yanlış olduğunu dile getirerek, adı geçen yazının Türk-Runik alfa-besi, Çin alfabesi ve Soğdi Alfabesi ile yazıldığını öne sürmüştür.
10. asırda yaşayan meşhur Çinli seyyah Vang Yendi seyahati esnasında eski Uygur alfabesinin yaygınlığı ve kullanım alanın genişliği ile ilgili şöyle der: Uygurlar şiir-koşuk yazmaya oldukça hevesli bir halk, kendi alfabelerini edebi eserler yazmada kullandıkları gibi günlük ihtiyaçlarında da kullanırlar, Rahiplerin ellerinde Uygurca yazılan kitaplar pek çok görülür. (GOPUR & HÜSEYİN, Uygur Edebiyat Antolojisi, 1987)
Eski Uygur dili ve alfabesi sonraki devirlerdeki edebi dillerin şekillenmesinde ol-dukça etkili olmuştur. Yani öncelikle Karahanlılar dönemindeki (10 – 12 asırları) dile, son-ra Oğuz-Kipçak diline (12 – 13. Asırlar), Çağatay diline (13 – 14. Asılar), Altın Ordu edebi diline (13 – 14. Asılar), daha sonraki dönemlerde eski Özbek diline (15 – 16. Asılar), eski Türkmen diline (17 – 19. Asılar) ve başka dillere önemli derecede etki göstermiştir. Eski Uygur alfabesi Moğollar tarafından kabul edilip (özellikle iç Moğolistan’da) bugüne kadar kullanılmaktadır. (GOPUR & HÜSEYİN, Uygur EdebiyatAntolojisi, 1987)
Kimi bilginler Çinin Kuzey Doğusundaki Kitan Devletinin kullandığı alfabenin eski Uygur alfabesi esansında icat edildiğini ileri sürmektedir. Eski Uygur alfabesi Tatatonga tarafından Cengiz Hanın hükmettiği tüm halkın yaygın olarak kullandığı bir alfabe haline getirilmiştir. (GOPUR & HÜSEYİN, Uygur Edebiyat Antolojisi, 1987)
XVI. yüz yıldan sonra eski Uygur alfabesi Moğollar aracılığıyla Mançulara geçmiş ve Mançuların alfabesi sıfatında kullanılmıştır.
Rus Türkî Diller araştırmacısı N. A. Baskakov eski Uygur dili yazısının önemi hak-kında şunları söyler: “Altın ordusunun yazı dili ilk önce eski Uygur dili ve Karahanlı dev-letinin güçlü etkisi altında gelişmiştir. Eski Uygur dili ile Karahanîler dilinde konuşanlar Moğol mahkemelerinde memur olan Uygurlardan olup, onlar eski Uygur Alfabesini kulla-nırlardı. Bu devirlerde (XIII-XIV. Yüzyılları) Arap alfabesi mahsusu belgeler ve sosyal edebiyatta belli süre eski Uygur alfabesi ile birlikte kullanılmıştır”. Kutadgu Bilig’in eski Uygur harfleriyle yazılan Viyana nüshası bu devire ait.
İbn Arapşah şöyle der: “Çağatay insanlarında eski Uygur alfabesi denilen bir alfabe var, bu alfabe herkes tarafından Moğol alfabesi olarak bilinir. Bu alfabeyi bilen görev alır, fermanları, buyrukları, yazılı ilişkiler, gazeller, tarih, hikâye ve Cengizhan’ın emir-fermanları bu alfabe ile yazılır. Bu alfabeyi bilen asla hor olmaz…” Doğu Türkistan’da ise eski Uygur alfabesi Turpan ve Kumul bölgelerinde XIII. Ve XIV. Yüzyıllara kadar kulla-nıla gelmiştir. (GOPUR & HÜSEYİN, Uygur Edebiyat Antolojisi, 1987)
Eski Uygur alfabesinin gelişmesi ve bu alfabenin yaygın bir şekilde kullanımı başta Uygur Türkleri olmak üzere bütün Türkî dilde konuşan halkların ortak edebi dilinin geliş-mesinde büyük katkı sağlamıştır. Edebi dilin bu tür gelişmesi güzel sanat edebiyatının iler-lemesine de büyük katkı sağlamıştır. Böylece Uygur Türkleri bu yazı ile kendilerinin sos-yal iletişim ihtiyaçlarını gidermenin yanı sıra çok sayıda meşhur edebi eserler bırakmışlar-dır. Oğuz Name, Çaştani Bilig Beg, Şüenzang Tezkiresi, Şahzade Kalyamkara ve Papam-kara Hakkında Rivayetler bunlardan bir kaçıdır. Bu alfabe ile yazılan eserlerin sadece Al-manya’da bulunanları sekiz bin parçadan fazladır. (GOPUR & HÜSEYİN, Uygur Edebiyat Antolojisi, 1987)
Bu eserlerin, eski Uygur dili ve alfabesini, Uygur Türklerinin medeniyetini öğrenme ve araştırmalarda çok önemli olduğunu söylemek mümkündür.
c. Arap Alfabesi Esasındaki Uygur Alfabesi
X. yüzyılın ilk yarısından itibaren Uygur Türkleri İslam dini kabul ettikten sonra Arap alfabesini kullanmaya başlamasıyla eski Uygur alfabesi tedrici olarak kullanımdan kalk maya başladı. X. Yüzyılın sonuna geldiğinde Kara Hanlı devletinin hükmettiği tüm bölgelerde genel olarak Arap alfabesi kullanılmaya başlandı. XV. Yüzyıla geldiğinde Orta Asya ve Bugünkü Doğu Türkistan’da eksi Uygur alfabesinin yerini tam olarak almıştır. Başka bir ifade ile Arap alfabesi esasındaki Uygur alfabesi Türkî dillerde konuşan halkla-rın esaslı alfabesi haline gelmiştir.
Arap alfabesi esasındaki Uygur alfabesini üç devire bölerek incelemek mümkün-dür…
Birinci devir, X. Yüz yıldan XIII. Yüz yıla kadar olan devirdir. Bu devirde Arap harfleri aynen olduğu gibi kullanılmıştır. Kaşgarlı Mahmut’un Türki Diller Divani ve Yu-suf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adındaki eserleri, Abdulgaffar b. Hüseyin Kaşgari’nin Kaşgariye Tarihi ve Üstatların Toplandığı Yer adlı eserleri, XI. Yüz yıldaki İmadiddin Kaşgari’nin Şerhi el-Kanun, Ahmet b. Mahmud Yükneki’nin Atebetu’l-hakaik, Hoca Ah-met Yesevi’nin Divani Hikmet, Siraciddin Ebu Yakup b. Ebu Bekri el-Harezmî Sekkaki-nin Miftahu’l-Ulum adlı eserleri bu devirde bu alfabe ile kaleme alınmış eserlerdir.
İkinci devir, XIV. Yüz yıldan XX. Yüz yılın 30. Yıllarına kadar olan devirdir. Bu devirde Arap alfabesi esasında işlenen Fars alfabesi kullanılmış olup, bu alfabe daha sonra Çağatay alfabesi adıyla ün bulmuştur. XIII. Ve XIV. Yüz yıllarında yaşayan meşhur dilci Cemal Karşî’nin Surrah adlı lügati, Rabguzi’nin Kıssai Rabguzi adlı romanı, Dorbiki’nin Yusuf Züleyha adlı destanı, Lütfi’nin “Divan Lütfi” ve “Gül ve Nevruz” adlı destanı, Ne-vai’nin 52 bin satırlık “Hamse” adlı destanı ve 48 bin satırlık “Hazainu’l-Meani” adlı man-zum eseri, Zuhuriddin Babur’un “Baburname” adlı eseri, Mirahmet Haci Vefayi, Saidhan, Abdureşidhan, Amannisahan, Mevlana Hulki, Ayazbek Kuşçu, Kadirhan Yarkendi, Mu-hammed Sadık Kaşgari, Ahmetşah Karakaşi ve adlarını sayamayacağımız birçok edip ve bilim adamlarının değerli eserleri Çağatay alfabesi ile kaleme alınmıştır. (GOPUR & HÜSEYİN, Uygur EdebiyatAntolojisi, 1987)
Üçüncü devir, XX. Yüzyılın 30. Yıllarından itibaren günümüze kadar olan devirdir. Bu devirde Arap alfabesi esasındaki Uygur alfabesi Uygur dilinin fonetik özelliklerine tedrici halde daha uyumlu hala getirilerek, Arap ve Fars dillerine özel olan bazı harfler çıkarılmış, Uygur diline özel olan bazı harfler ilave edilmiştir ve alfabenin imla kaideleri çağdaş Uygur diline uygun hale getirilmiştir. Böylece günümüzde kullanılmakta olan Uy-gur alfabesi oluşmuştur. (GOPUR & HÜSEYİN, Uygur Edebiyat Antolojisi, 1987)
Uygur Türkleri Türk-Runik alfabesi, eski Uygur alfabesi ve Arap alfabesi esasındaki Uygur alfabesinden başka, Tuhar, Mani, Soğdi, Sanskrit, Tibet ve Çin alfabelerini de kul-lanmışlardır.
Özet olarak Uygur Türklerinde, bin yıldan beri Arap alfabesi esansındaki Uygur al-fabesi kullanılmaktadır. Bu bin yıllık süreçte Uygur alfabesi tedrici bir şekilde Uygur dili-nin özelliklerine uyumlu hale getirilmiş, Uygur halkının sosyal hayat ve iletişim ihtiyacını tam olarak gidermenin yanı sıra yukarıda bahsettiğimiz gibi sayısız güzide eserler yaratma-da esas rolünü mükemmel bir şekilde ifa etmiştir. İstisna olarak Sovyetler Birliğinde yaşa-yan Uygur Türkleri 1937-1940 yılları arasında Stalin rejimi Tarafından kabul ettirilen Kiril (Slav) Alfabesi kullanmışlardır. Bugün de Eski Sovyetler Birliğinden bağımsız olan Türk Cumhuriyetlerinde yaşayan Uygur Türkleri bu Alfabeyi kullanmaktadır. (Türklerin Kullandığı Alfabeler, 2006) Öte yandan Çin işgalindeki Doğu Türkistan Uygur Türkleri 1969-1983 yılları arasında Çin tarafından kabul ettirilen, Pinyin alfabesine dayalı (Çince karakterlerin kolay telaffuz edilmesine olanak sağlayan) yeni Uygur alfabesi kullanmışlar-dır. (ug.wikipedia.org, 2010) Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş yapıldığı dönemler-de halk arasında eski Uygur alfabesi kullanılmaya devam edilmiş. Latin alfabesi ile resmi okullarda eğitim alan gençlere eski alfabe aileleri, aydınlar tarafından öğretilmiştir.
Uygur Çocuk ve Gençlerinin Eğitim Dili Ve Yazı Serüveni
1949 Yılında Çin tarafından işgal edilen ve 66 yıldır farklı eğitim politikasının uygu-landığı Doğu Türkistan’da birkaç kez alfabe değişikliğine gidilmiştir. Yapılan bu değişikle-rin nesiller üzerindeki yansımalarının sonucu olarak aynı ailede dede, baba ve oğul farklı alfabelerle okuyup yazmışlardır. Dahası dedesinin yazısını torunu torununkini de babası-nın anlayamadığı dönemler ve buna bağlı olarak alfabe değişikliğinin doğurduğu kültürel neticeleri olmuştur.
Kültürel emperyalizmin öncelikli hedefi ana dildir. Çünkü milletlerin varlığının te-mel dinamiği ana dilidir. Alfabede yapılan değişiklikler ile ana dil hedeflenmiştir. Sağlıklı benlik bilinci ile bireyler olgunlaşır, bu bireylerle aidiyet duygusu, millet olma bilinci olu-şur. Milletlerin duygu ve düşüncelerini geçmişten geleceğe aktaran, kültürel zenginlik ve birikimlerin oluşturduğu mirası ana dildir. Cemil Meriç’e göre dilsiz toplum olmaz. Dil bir milletin hafızasıdır. Eğer bir toplum dilini kaybederse hafızasını kaybeder, bugünü düne bağlayan köprüler dinamitlenir. (Meriç, 1980) Tıpkı Mengü Taş’ta yazılanların milli hafı-zamızdan yitip gittiği gibi. Köl Tigin Yazıtı’nda Çin ile kurulan ilişkiler bağlamında şu ifa-deler geçmektedir:
“il tutsık yir ötüken yış ermiş bu yirde olurup tabgaç bodun birle tüzültüm
altun kümüş işgiti kuutay bungsuz ança birür tabgaç bodun sabı süçig agısı yımşak ermiş süçig sabın yımşak agın arıp ırak bodunug ança yagutır ermiş yagru koontukda kisre anyıg bilig anta öyür ermiş edgü bilge kişig edgü alp kişig yorıtmaz ermiş bir kişi yangılsar oguşı bodunı bişükinge tegi kıdmaz ermiş süçig sabınga yımşak agısınga arturup öküş tü-rük bodun öltüg”
Altını, gümüşü, ipeği, ipekli kumaşları sıkıntısızca (karşılıksız) veren Çin milletinin sözü tatlı; ipekli kumaşları (da) yumuşak imiş. Tatlı sözlerle ve yumuşak ipekli kumaşlarla kandırıp (uzaklarda yaşayan) milletleri böylece kendilerine yaklaştırırlar imiş. (Bu millet-ler) yaklaştıktan sonra da Çinliler fesatlıklarını / kötülüklerini işte o zaman yaparlar imiş. Çok akıllı bilge kimseleri ve çok yiğit (alp) kimseleri ilerletmezler imiş. Bir kişi suç işledi-ğinde onun soyunu sopunu (eşiğinden) beşiğinekadar öldürürler imiş. (Çinliler’in) tatlı sözlerine ve yumuşak ipekli kumaşlarına aldanıp Türk milleti, çok öldü (Biçer, 2012) Bu tercime olmasa Mengü taştaki yazıların anlamını artık milli hafızamız anlayamamaktadır. Çin hâkimiyetine girmemek için çok büyük mücadeleler veren biz Türkler dilimizi koru-mak için aynı gayreti göstermekte yetersiz kaldığımız belki de kitabeleri okuyarak kıssa-dan hisse almakta acze düştüğümüz için, 1949’dan beri esaretteyiz. Dünya nazarında ise Çin’in hala sözleri tatlı, ipekleri yumuşak ve üretiminin her aşamasında kan ve gözyaşının karıştığı Çin malları ise dünya pazarlarında, “Made in China” etiketinin girmediği tek bir hane dahi yok.
Doğu Türkistan’da yaşayan Uygurca konuşan çocukların sorunu açısından baktığı-mızda öncelikli sorunun“eğitim- ana dil” problemi olduğu bilinmektedir.Zira Çincenin aşamalı olarak seçmeli ders, ikinci dil, çift dilli eğitim ve son olarak zorunlu dil uygulama-larıyla dayatıldığını görmekteyiz.
Çağatay Türkçesinin 1950’li yıllardaki birden sona erişini, 1951’de Pekin’de Milli-yetler Merkezi Enstitüsü bünyesinde, Uygur, Kazak, Salar ve Tuva Türkçeleri hakkında Türkologların sistemli çalışmalar yaparak raporlar hazırlamaları ve 1954’te yönetimin Sta-lin’in Marksizm ve Dil eserini temel alan bir politika takip ederek Xinjiang Özerk Bölgesi Dil ve Yazı Komitesi üyesi Mahmut Zayidi tarafından hazırlanan Uygur Edibi Tilining Kıskıça İmla Kaydileri adlı eserin yayımlanarak uygulamaya konması ile izah etmek mümkündür. (Koraş, 2014)
Bu konuda Doğu Türkistanlı aydınların, Batı’dakilerle kültür bağlarının kopmaması için Kiril alfabesini kabul etme teşebbüsleri de vardır. 1956 yılında Ürümçi’de “Til Yezik İlmî Muhakeme Kongresi” toplanmış ve Kiril alfabesini kabul etme kararı alınmıştır. An-cak o dönemdeki Çin ve Rus idaresinin arasının açılması bu teşebbüsün gerçekleşmesini engellemiştir. Kayda değer bir diğer husus da bu komite tarafından hazırlanan Kiril alfabe-sinin Sovyet sınırları içinde kalan Uygurların kullandığı Kiril alfabesinden farklı olmasıdır. Bütün bunlara rağmen bu toplantıda, yeni alfabeyle birlikte yazı diline esas kabul edilecek ağzın İli-Gulca ağzı olması Uygur Türklüğü için en önemli karardır. Üstelik bu karar res-miyete dökülür ve resmiyette Doğu Türkistan Uygurları üç yıl Kiril alfabesini kullanırlar. (Koraş, 2014) Alınan bu karar Orta Asya’daki kardeşleriyle bağlarını kesmemiş olur.
Çin ve Sovyet yönetiminin arasının açılması Çin yönetiminin uygulamaya konulan Kiril alfabesinden vazgeçmesine sebep olur. 1964 yılında Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Konseyince onaylanan, 11 Aralık 1959 tarihinde Urumçi’de toplanan ikinci Dil Kongre-sinde Çinliler için hazırlanan Latin alfabesi taslağının Uygur Türklüğü tarafından da kulla-nılması kararının 1960 yılında okullarda denemesi yapılır. 1965 yılındaki Kültür Devri-mi’nden dolayı rafa kaldırılan karar, 1973 yılında yeni bir talimatla katı bir şekilde uygu-lamaya konulur.Uygur aydınlarının Arap alfabesine dönüş isteklerine izin verilmez ancak Türkiye ile Çin arasındaki ilişkilerin gelişmesi ve Doğu Türkistanlı Uygurların Türki-ye’deki neşriyatı rahat takip edebilmeleri idareyi rahatsız eder. Bu rahatsızlık, Doğu Tür-kistan Uygur Özerk Bölgesi Eğitim Nezaretinin Latin alfabesini uygulamadan kaldırarak Arap alfabesine dayanan mevcut alfabeyi uygulamaya koymasına sebep olur.
1982’de kurulan “Til-Yazı Hizmeti Komitesi”nin düzenlediği Arap alfabesine dayalı yeni fonetik alfabe, “Uygur Yazıgının Elipbası ve Uygur Edebi Tilining İmla Kaidesi” adlı eserin 1982 yılında yayımlanması ile resmiyet kazanır ve 1 Ocak 1984’ten itibaren kulla-nılacağı duyurulur. Böylece Doğu Türkistan’daki Uygurlar, 1983 yılında yeniden fonetik olarak düzenlenmiş Arap alfabesi kullanmaya başlamışlar, hala da bu alfabeyi kullanmaya devam etmektedirler. (Koraş, 2014)
Alfabeye ilişkin bu geçmişin Uygur çocuk ve gençlerin eğitim dili serüveni ise şöy-ledir: Çin, siyasi otoritesini kurduktan sonra eğitim alanında bir genelge ile Mayıs 1950 yılında ilk ve orta dereceli okulların müfredatında yapılan değişikliklerle dil değişikliği konusunda ilk adımı atmıştır. Bu genelge ile Uygurca eğitim veren okullarda Çince ve Rusça seçmeli ders olmuş, yükseköğretimde ise Çince hazırlık dönemi zorunlu kılınmıştır. Çincenin rahat okunup yazılmasının hedeflendiği bu çalışmadan sonra liselerde çift dilli eğitim yapma kararı almış, denemeli olarak Şinjiang Üniversitesi ortaokulu, Gulja şehri 6. lisesi, Kâşgar 2. lisesi, Börtala Moğol Otonom Bölgesi 2. lisesi, Urumçi şehri 6. liselerinde denemeli olarak çift dilli eğitim yapmaya başlamıştır. (Emet, Doğu Türtkistan’da çift dilli eğitim, 2015) Böylece Doğu Türkistan’da çift dilli eğitimin temeli atılmıştır. Resmi olarak Çincenin okullarda zorunlu hale gelmesi bu kararname ile gerçekleşmiştir. Ancak 1966 yılında Çin genelindeki kültür devriminin tesiriyle Doğu Türkistan’daki eğitim ile beraber çift dilli eğitim politikası da duraklama dönemi yaşamıştır. On yıl kadar etkili olan bu dö-nem 1976’da Mao’nun ölümüyle sona ermiş ve milli eğitim Uygur dili esas olarak Çince eğitime önem verilmesi kaydıyla yeni döneme geçilmiş, yüksek öğretimde Çince hazırlık koşulu tekrar söz konusu olmuştur. Hapisteki Uygur yazar ve edebiyatçıların serbest kal-ması, süreli yayınları yeniden faaliyete geçirmiş ve milli eğitimle ana dili Uygurcanın güç-lendirilmesi söz konusu olmuştur. Uygur Özerk Bölgesi Başkan yardımcısı Ba Dai Milli okullarda Çince eğitimi güçlendirmeye ilişkin teklifi 6 Aralık 1982’de kabul edilmiştir. 12 Eylül 1985 yılında Uygur Özerk Bölgesi eğitim başkanlığı 5 senelik ilkokul eğitiminin Ders Müfredatı Programı’nda 1985 yılından itibaren bütün okullarda eğitime başlamayı, köyler-deki okullarda ön hazırlıkların yapılarak 1987senesinde Çince eğitime başlamayı bizzat talep etmiştir. (Emet, Doğu Türtkistan’da çift dilli eğitim, 2015) Bu değişikliklere tepki olarak halk isyanlarının, hak taleplerinin artması sonucu Çin’in baskıcı politikaları giderek daha da katılaşmıştır. 25 Eylül 1993 yılında Uygur Özerk Bölgesi 8. halk temsilcileri ku-rultayının 4. toplantısında Şinjiang Uygur Özerk Bölgesi Dil ve Yazı yönetmeliğinde azın-lıkların Çinlilerle olan siyasi, ekonomi ve kültürel ilişkilerinde Çince kullanılması talep edilerek “Çince Çin devletindeki bütün halkların kullandığı ortak dildir. Bütün resmî daire-lerde resmi yazılar Çince yazılmalıdır.” diye şart konulmuştur. 14 Haziran 1996 yılında ilk defa HSK yani Çince Seviye Sınavı getirilmiştir. (Emet, Doğu Türtkistan’da çift dilli eğitim, 2015)
Eğitime ilişkin en yeni bilgilere ise Çin Hükümeti tarafından müebbet hapis cezasına çarptırılan Uygur Aktivist Dr. İlham Tohti’nin 29 Ekim 2009 tarihinde, Pekin Milletler Üniversitesinde sunduğu tebliğden ulaşabiliyoruz. Tohti, tebliğinde çift dille eğitimde geli-nen son noktayı Çin Hükümetinin tanıdığı bir Uygur akademisyen olarak tüm incelilikle-riyle şu şekilde ortaya koymuştur; “Çin’de nüfusun %90’dan fazlası Çinli olduğu için dev-let dili Çince olarak belirlenmiştir. Uygur özerk bölgesinde devlet dili olarak Uygurca ve Çince eşit konuma sahiptir. Özerklik yasası bunu gerektirmektedir… Günümüzdeki mese-le Uygurların kendi memleketinde Çince bilmeyenlerin işe alınma hakkını kaybetmiş ol-masıdır.” (Tohti, Yolum ve Gayem, Uygur Türkleri ve Çin Meselesi, 2015)
Dr. İlham Tohti’nin 03.12.2010 tarihinde, Pekin Milletler Üniversitesinde sunduğu tebliğde, Uygur toplumunda işsizlikten sonra hoşnutsuzluk yaratan olan en güçlü mesele-nin dil olduğunu ifade etmektedir. Çift dilli eğitim, uygulamada Uygurlara yönelik tek tip yeni Çin dili eğitimi olarak gerçekleşmektedir. Bu durum Uygur toplumunda ‘Devlet Çin dili eğitimi ile ana dil eğitim eğitimini ortadan kaldırmak istiyor’ diye algı yaratmaktadır. Uygur dilinin dışlanması pahasına Çin dilinin zorunlu eğim dili olarak zorla yürürlüğe so-kulması, Uygur dilini Uygur okullarından dışlamakla kalmıyor; devlet daireleri, hukuk, medya, iletişim sektörlerinde de Uygur dilinin kullanımdan kalkmasına neden oluyor. Uy-gur dili hukuken, Uygur Özerk Bölgesi’nin resmi dili statüsündedir. (Tohti, Yolum ve Gayem, Uygur Türkleri ve Çin Meselesi,, 2015) Ancak Çin kanunlarında var olan hakları yönetim tarafından garanti altına alınmamaktadır.
Yapılan bu çalışmalarla Doğu Türkistan’da iki dilli bir toplumun oluşturulması he-deflenmiş gibi görünse de doğurduğu neticeler açısından bakıldığında farklı işlevlerini görmekteyiz. İki dilli inşa edilmeye çalışılan toplumlarda iki dil arasında statü farkı ortaya çıkmaktadır. İki dilli toplumlarda, genellikle yüksek dil olarak adlandırılan statüleri ve alanları farklı dil ya da dil çeşitleri bulunur. Yüksek dil daha çok resmi ortamlarda öğreni-lir ve resmi söylem işlevlerini yerine getirir. Düşük dil ise resmi olmayan ortamlarda konu-şulur. Burada önemli bir kavram genellikle dillerden birinin egemen olduğu alanlar bu-lunmasıdır. Yüksek ve düşük diller rekabet içinde olmayıp kendi alanlarında egemen ol-mayı sürdürürlerse istikrarlı çift dillilik söz konusu olur. (Açık, 2014)
Ancak Doğu Türkistan işgal altında olması itibariyle zaman içerisinde Uygur dili bir medeniyet dili iken düşük dil haline gelmiştir. Kaşgarlı Mahmud eski zamanlardan XI. yüzyıla kadar, Kaşgar’dan Yukarı Çin’e kadar bütün Türklerin, hakan ve sultanların Uy-gurca kullandıklarını, Çinli ve diğer Doğu milletlerinin de Türklere mektuplarını bu yazı ile yazdıklarını, oralarda şehirlilerin Türkçe bildiğini söylemekle Uygurcanın Asya’da ne ka-dar yaygın ve uluslararası resmî bir dil olduğunu belirtir. Yine Harzemşahların son veziri Mucîr ul-mülk Nişabur’da istila ile ilerleyen Moğol kumandanına bir heyet ve Uygurca yazılı bir mektup göndermiştir. (Turan, 2008) Bu bilgiler de Uygur Türkçesinin uzun za-man boyunca Asya’da birçok millet tarafından bilinip kullanıldığını göstermektedir. (Biçer, Hunlardan Günümüze Yabancılara Türkçe Öğretimi, 2012) Bu gün ise Uygur mil-letinin çocuk ve gençlerin kendi arasında kullandığı günlük iletişim aracı konumundadır. Bağımsızlığını yitiren Doğu Türkistan’da evrensel ölçülerde eğitim ancak Çince eğitim veren kurumlardan sağlanabilmektedir. Eğitimini Çince alan ve Çinceyi iyi bilen bireyler daha iyi ekonomik koşullara sahip olarak, memuriyet, yönetim kadrolarında vazife ala-bilmektedir. Çincenin hayatın neredeyse temelini oluşturması halkın diline tesir ederek günlük yaşantıda kullanılan birçok Uygurca kelimenin yerini Çince karşılıkları almaktadır. Yüksek dil sıfatını alan Çince düşük dil sıfatını alan Uygurcanın bozulmasına neden ol-maktadır. Hayat koşullarının ağırlığı nedeniyle kültürü için yeni bir şeyler üretmek bir ya-na Uygur medeniyetin torunlarını atalarının yazdığı, tarihi, edebi mirasına, kültürel hafıza-sına sahip çıkamaz duruma düşmektedir.
Doğu Türkistan’ı işgal eden Çin’in eğitim politikası bu şekilde tezahür ederken ben-zer süreçlerden geçen Büyük Türkistan’ın ikinci yarısı bugün bağımsızlığına kavuşmuş Batı Türkistan’ın işgalcisi Rusların eğitim politikasına baktığımızda “Dil planlaması” kav-ramı karşımıza çıkmaktadır.“Dil Planlanması nedir?” sorusuna “Dil değişkelerinin işlev ve yapısını etkileyecek yazım, standartlaştırma, çağdaşlaştırma programları veya çok dilli toplumlarda belli bir dile işlevlerin yüklenmesi gibi bütün bilinçli gayretlerdir” cevap olur-ken, Dil siyaseti kısaca “dil plânlamasının hükümetler tarafından uygulanmasıdır”. Şeklin-de bir tanımla karşılaşmaktayız. Dil planlaması ve politikaları tarihte yüzlerce yıl öncesine kadar gitmektedir. Bir toplum için dil; hedef, politika ve yöntemlerinin kurulmasıdır. Sov-yet dil politikasına özel olarak dil planlaması ve politikası ise “dil gelişimine bilinçli bir müdahalenin uygulanması” anlamına gelmektedir (Yılmaz, 2014). Rusların Türk dili üze-rindeki uygulamaları da dil planlamalarının ulaştığı noktayı göstermesi bakımından çeşitli açılardan incelenmesi gereken bir örnektir. SSCB’nin o döneminde yürürlükte olan anaya-sasının ve ona bağlı olarak tüm Sovyet Cumhuriyetlerinin anayasalarının hiçbiri, herhangi bir dile “resmî dil” statüsü ya da başka bir statü vermiyor, bilakis bütün dillerin ve kültürle-rin özgürce gelişebilmesini güvence altına alıyordu. Bütün cumhuriyetlerin kendi dillerinde eğitim veren okul, üniversite ve bilim akademileri; yayın yapan radyo, televizyon istasyo-nu ve basılı gazeteleri; üretim yapan film stüdyoları vardı. Ancak fiiliyatta Rusça, bütün Sovyet halklarının ortak dili olarak toplumsal, siyasal ve kültürel yaşamın her alanında ağırlığını koruyordu. Doğal olarak bu ağırlık, cumhuriyetten cumhuriyete değişebiliyordu ama Sovyet resmî söyleminde Rusça, Rus olmayan her Sovyet yurttaşının ikinci anadiliydi (Badem).
Komünist Rus rejimin işgal ettiği topraklardan Azerbaycan’da ise Ana dilinde eğitim alma hakkına sahip olan halk bu hakkı kullanamamıştır. Ana dilinde okulların varlığına rağmen asıl önemin Rus diline verilmesi, millî okullardaki derslerin kalitesizliği ve Rusça-nın ağırlığının hissedilmesi bu durumun başlıca sebepleridir. Rus dilinin uluslararası dil olarak (birlik cumhuriyetler arası) kullanılması, akraba halkların ortak kullanabilecekleri millî dillerini bir kenara bırakarak Rusçayla iletişim sağlamaları da Ruslaştırma politikası-nın sonuçlarıdır (Aliyeva, Sscb Döneminde Azerbaycan’da Dil Plânlaması, 2005).
Ayrıca, Azerbaycan yazarlar birliği üyelerinin aldığı kararlar doğrultusunda, eserle-rini Rus dilinden ilham alarak yazmaya yönlendiren bu kültür siyaseti doğrultusunda, Rus edebiyat geleneklerinin millî edebiyata taşınması, Rus dilinin özelliklerinin Azerbaycan Türklerinin ana diline sokulmasının temeli atılarak dil plânlayıcıları, Rusça eserlerin çeviri-si talimatlarını vermekle Rus dilinden Azerbaycan Türkçesine kelimelerin geçişini, eklerin, terimlerin alınmasını hızlandırmışlardır. Rus eserlerinin Azerbaycan Türkçesine çevirisi sırasında ister istemez dile ve millî kültüre uymayan Rusçaya has kelimeler olduğu Azer-baycan Türkçesine doğrudan aşılanmıştır. Rus dilinden olduğu gibi alınarak Azerbaycan Türkçesinde karşılık olarak türetilmiş olan kelimeler ana dilin kurallarına uymasa bile dile girmiştir. Bu tür satıraltı plânlar tercüme ve başka edebî çalışmalar aracılığıyla dili bozma-ya başlamıştır (Aliyeva, Sscb Döneminde Azerbaycan’da Dil Plânlaması, 2005). Emperya-listlerin ana dile yaptıkları uygulamalar benzeşmektedir.
Bunlara rağmen dillerini dolayısıyla varlıklarını korumayı başaran kardeşler devlet-ler bugün bağımsızlıklarını elde etmiş ve Uygur kardeşlerinin elinden tutmaktadır. Orta Asya’da SSCB döneminde stratejik bir proje olan Uyguristan projesi kapsamında Ruslar tarafından Uygurların yoğun olduğu bölgelerde Uygur okulları kurulmuştur. Kazakistan Cumhuriyeti bağımsızlığına kavuştuktan sonra bu okullar mevcudiyetini koruyamaya de-vam etmiştir. Kazakistan’da yaşayan Uygurların talepleri ve Kazak kanunlarının izin ver-diği ölçüde eğitim halen sürmektedir. Milli yarışmalarda dereceye giren Uygur çocuk ve gençleri bizzat Kazakistan’ın Cumhurbaşkanı Sayın Nur Sultan Nazarbayev tarafından ödüllendirilmişlerdir (Bolaşak, 2014).
Ayrıca Kazakistan Cumhuriyetinde 1960 yılında kurulan, Başkanlığını Ahmetcan Haşirinin yaptığı Uygur Yazar ve Sanatçılar Konseyi’nde 20’den fazla Uygur yazar ve edebiyatçı üye olarak Kazakistan Uygur edebiyatı ve sanatı üzerinde çalışmakta ve Uygur Türklerinin kültür ve sanatına önemli katkılar sağlamakta ve eserler vermektedir (Uygur Edebiyat Ve Sanatına Da Gereken Önem Verilmeli, 2015).
Doğu Türkistan’da ise esaret psikolojisindeki Uygurca düşük dil konumunda, aile hayatı ve günlük yaşamda kullanılmakta kendini yenilemek, dünyaya nam salacak edebi-yatçılar yetiştirme noktasında her geçen gün kısırlaşmaktadır. Edebiyatın temeli olan edep-le bağlar her geçen gün zayıflamakta sadece yaşam savaşı vermekle yetinen bir nesil doğ-maktadır. Çocuk ve gençlerin yetiştikleri ortam hayatta olmayı ve güçlü bir şekilde ayakta kalmayı yegâne hedef haline getirmiştir.
Uygur çocuk ve gençlerin aldıkları eğitimin niteliklerini Dr. İlham Tohti 12 Kasım 2010 yılında Pekin Milletler Üniversitesindeki “Uygur ana dili hakkında endişeler ve Çin devletinden talepler” başlığı taşıyan tebliğinde şu şekilde anlatmaktadır; ‘ Temeli ve teknik hazırlığı (eğitimci kaynağı ve alt yapısı) yetersiz, bölge ve halkın özel durumu düşünül-memiş, vur–kes emri ile uygulamaya sokulmuştur. Derslerin içeriği ve okutma yöntemin-de, Çin’in diğer bölgelerindeki yararlanılmamıştır. Öğretim görevlisi, alt yapısı ve öğrenci-lerin öğrenim kapasitesi bakıldığından bakıldığında, şimdiki tek dil eğitimi için bile yeter-sizdir (Tohti, Yolum ve Gayem, Uygur Türkleri ve Çin Meselesi, 2015). Bugün geldiğimiz noktada Doğu Türkistan’da Hikâyeler, şiirler, romanlar ve sanat Uygur dili ile yapılmaya devam etse de eğitim alanında yapılan bu istikrarsız ve güven vermeyen değişiklikler halk nazarında okullarda devlet eliyle verilen eğitimin kuşkuyla karşılanmasına neden olmuş-tur. Zaman içerisinde halk okullardan ve eğitimin okullarda yapılan kısmından kopmuştur. Hatta dini hassasiyetin ağır bastığı bölgelerde Çin’in güdümündeki bu okullarda verilen eğitime karşı koymanın, çocukları okula göndermemenin cihat niteliğinde olduğuna dair aykırı fikirler ortaya çıkmıştır. İlköğretimin zorunlu olduğu ülkede çocuklarını okullara göndermeyen, gönderdiği zaman dejenerasyona uğrayacağından kaygılanan aileler alterna-tif eğitim araçları ortaya çıkmasına vesile olmuşlardır. Ancak bu alternatif yöntemlerin verdikleri eğitimin formel eğitim olmaması yanında süreç tamamlandığında geçerli bir bel-ge ile tescillenememesi ile yeni sıkıntılar ortaya çıkmaktadır. Bu alternatif eğitimi tercih eden aileler resmi kurumlarda eğitime göndermedikleri çocuklar için Çin hükümetine yük-sek cezalar ödemek zorunda kalmaktadır. Tercih edilen bu yol hem yeni neslin evrensel düzeyde eğitim alamaması hem de mesleki kariyerin asla elde edilememesi ile sonuçlan-maktadır. Okula gitmeyen ve eğitim almayan çocuklar ve gençler tarlalarda ucuz işçi, pa-zarlarda satıcı olarak ekonomiye katkı sağlamaktadır.
Formel eğitimin ehemmiyeti kavramış, imkânsızlıklar içindeki imkânları, Çinceye ve Çin hükümetinin sağladığı şartları değerlendiren, aldıkları eğitim sayesinde işgal altında ki devletin her kademesinde görev alan Uygurlar mevcuttur. Akademisyenden, öğretmene, tiyatrocudan, aşçıya kadar tüm fertler ellerindeki imkânları var olan haklarını Çin anayasa-sının vaat ettiği haklardan istifade ederek emperyalizmle göğüs göğse çarpışmaktadır. An-cak bunlarda işgalci devletin memuru olmak gerekçesiyle halk tarafından sevilmemekte, dışlanmaktadırlar.
Değişen ve gelişen dünyamızın tüm sorunlarına yeni şartlarına uygun yeni çözümle-rin gerektiği yargısı herkesçe kabul görmektedir. Her geçen gün ilerleyen bilim ve teknolo-ji, bugün için sahip olunan Sorun Çözme Kabiliyetimizi geçersiz kılmaktadır. O halde her toplum için değişmez vizyon, Sorun Çözme Kabiliyetini günün koşullarına uygun düzeyde tutabilmek olmalıdır. Bunun farkında olan ve olmayan toplumlar keskin çizgilerden belli-dir. Farkında olmayanlar, sürekli olarak, sorunlarının kaynağı olarak dış mihrakları görür-ler. Farkında olmayanlardan sokaktaki yurttaşı durumundakiler, buna karşı çare geliştirebi-lecek akıl fikir düzeyine sahip olamayacakları için “mallarını boykot etmek, bayraklarını yakmak, milli marşlarının ıslıklamak” gibi bağırma çağırma tavırlarıyla karşı koymaya çalışırlar. Farkında olanlar ise tasallutun mekaniğini anlamışlar, her geçen gün, transfer ettikleri “değerler” yoluyla bu mekaniği yani Sorun Çözme Kabiliyetinin işleyişini daha geliştirmektedirler (Titiz, 2013). Suriye ve Filistin gibi örneklerden anlaşıldığı üzere birile-rini korumak ya da kurtarmak maksadıyla devrim yapılması için askeri malzeme desteği vermek ancak çocukların ve gençlerin, nesillerin zürriyetin mili ve kültürel mirasın yok olmasına, ecdadının emaneti olan topraklarında kan akmasına neden olabilir. Doğu Türkis-tan’da da yapılan her başkaldırı, her isyan dünyanın en büyük askeri gücüne sahip olan Çin tarafından şiddetli karşılık bulmaktadır. Nüfus planlaması ile doğumlar sınırlanırken bu isyanlar ile de doğmuş büyümüş ve katılımcıları nitelikleri açısından düşündüğümüzde entelektüel seviyede ki Uygur nüfusu yok olmaktadır. Dinimizde korunması gereken un-surlardan birincisi canın, dördüncüsü neslin korunmasıdır. Şu anda Uygur milleti için hem canın hem de neslin korunamaması söz konusudur. Bu sempozyuma katılımcı olarak baş-vururken amacım, sizlerin basından ulaşabileceğiniz neler olup bittiğine dair bilgiler sun-maktan ziyade, bir kelamcı olarak çözüm önerilerimi paylaşmaktı. Çin asırlardır uzak he-deflere oynamaktadır. Biz Uygurlarında şuan yapabileceklerimiz çok sınırlıdır ve kısa va-dede ancak can ve neslin korunmasının esas alarak uzak hedeflere yönelmeliyiz. Uygur Türkleri, Dünya’nın en büyük askeri gücüne sahip devletlerin bile askeri anlamda çatışma yapmaktan kaçındıkları Çin’in askeri gücünün hedefinden her türlü kaçınmalıdır. Atılacak her adım tüm haksızlığa rağmen meşruiyet çizgisinde olmalıdır. İlham Tohti misali Çin okullarında dünya standartlarında yetişecek çocuk ve gençlerle evrensel kabul görmüş konularla Uygur sorunlarını dile getirmelidir. Bu anlamda Çin’in Uygurlara bugün uygula-dığı politikaların uluslararası komisyonlarla incelenmesi için Türkiye ve Türk Cumhuriyet-lerinde ki diplomatlar konuya dikkat çekmeleri önem arzetmektedir.
Saray Bosna Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Yücel Oğurlu’nun Ramazan’da Doğu Türkistan’la ilgili tezahür eden haberlere ilişkin, birkaç ay önce kaleme aldığı yazı-sında, dış politikada galeyanla değil, teenni ile sonuç alınır ifadesi ile bazı öneriler bulun-maktadır. Yazıda “Bütün krizlerde olduğu gibi, gerginliklerin ve kan dökülmesinin başla-masından önce özellikle diplomasi gereklidir, başladıktan sonra yine diplomasi. Fakat bir kez kan dökülmeye başlamaya görsün. Artık, Suriye`de veya Irak`ta kaç insanın olduğu Stalin`in dediği gibi bir “trajedi değil”, sadece istatistik meselesidir. Kaç milyon insanın olduğu veya öleceği maalesef duyarsız Dünya kamuoyunda birer gazete haberi ve entelek-tüel “iç çekiş”lerden başka bir anlam ifade etmemektedir. Tek bir Uygur’un burnunun kanamaması, meselenin özünde ise yeryüzündeki tek bir insanın bile haksız yere kanının dökülmesine karşı ortak hassasiyet göstermelidir. Bu hassasiyetin, haklı zeminde, akla dayalı, uluslararası hukukun dilini bilen, meseleyi Dünya kamuoyuna taşıyabilecek basın üzerinden ve diplomasinin her boyutuna başvurularak kullanılması gerekir. Asırlık prob-lemlerin çözümü gündelik tepkilerle maalesef olmuyor. Sadece Türkiye gündeminde değil, mesela Azerbaycan veya Uygurlara neredeyse “birdenbir” (yüzde yüz manasında Uygurca tabir) benzeyen Özbek kamuoyuna mesele taşınmamış, taşınamamıştır. Bunu sivil toplum ve kamuoyu başarabilir.” Şeklinde öneriler yer almaktadır (Oğurlu, 2015).
Sivil toplumun ve diplomatların dikkatleri çekebilecekleri önemli hususlardan biri de Unesco’nun Kasım 1999 yılında ilan etmiş olduğu her yıl 21 Şubat’ta anılan “Dünya Ana Dili Günü” nde Uygurcanın bugünkü durumunun ele alınmasıdır. Unesco temsilcilerinin Çin’in eğitim politikasının ulaştığı her köye- kasabaya giderek yerinde incelemeleri öneri-lebilir. Dünyanın mirası olan Uygurcanın uygulanan politikalarla yok olup gitmemesi için tedbir alınmasına objektif bir yaklaşım olabilir.
Her sene ülkemizde gerçekleşen 23 Nisan Çocuk Şenliğine Uygur çocuk ve gençler de davet edilmeli Çin’le dış işleri bakanlığımızın yapacakları çalışmalarla temsilci çocuk ve gençlerin gelmesi sağlanabilir.
Avrupa’daki Göçmen Bakanlığı, Arabistan’daki hac ve petrol bakanlığı gibi Türk- Türk Devletlerinden sorumlu bir bakanlık açılabilir. Gaspıralı İsmail, İbrahim Abdurreşit gibi bilim adamlarının zamanın şartlarına başkaldırarak sağladıkları koordinasyon asrımı-zın getirdiği kolaylıklar ile daha kuvvetli olarak kurulabilir. Bu önerimin tarihsel bir daya-nağı da mevcuttur: “Tanzimat döneminde bile,1908’dekurulan Türk Derneği Nizamname-sinin 2.Maddesi şu şekildedir: “Cemiyetin maksadı Türk diye anılan bütün kavimlerin ma-zi ve hâldeki asar, ef’al, ahval ve muhitini öğrenmeye ve öğretmeye çalışmak yani Türkle-rin asar-ı atikasını, tarihini, lisanlarını, avam vehavas edebiyatını, etnografya ve etnoloji-yasını, ahval-ı içtimaiyasini ve medeniyet-i hazıralarını, Türk memleketin eski ve yeni coğrafyasını araştırıp ortaya çıkararak bütün dünyaya dağıtmak ve dilimizin geniş ve me-deniyete elverişli bir dereceye gelmesine çalışmak ve imlasını ona göre tetkik etmektir (ÜSTEL, 1997).”
Çin’in resmi olarak verdiği din eğitimi Uygurlar arasında dini radikalizme neden ol-maktadır. Ayrıca devletin tahsis ettiği din adamlarının halk nazarında ki imajı da tartışılır. “Hükümet Mollası” olarak adlandırılan bu kişilerin söyledikleri ve yaptıkları kabul gör-memektedir. Oysa benim bizzat tanıdığım bu görevlere atanmış ilim sahibi kişiler de mev-cut. 18 Yaşından küçüklerin din eğitimi almaları kanunen yasaktır. Bu sorun, din ve vic-dan hürriyeti esas alınarak evrensel koşulların sağlanması ve ailelerin çocuklarına dinlerini öğrenmelerini sağlayacak Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri ayarında derslerin devlet okullarında verilmesi ile çözümlenebilir. Bu çalışmaya örnek teşkil edecek bir çalışma; 1913 tarihinde İttihat terakki tarafından İstanbul’dan Doğu Türkistan’a gönderilen Rodoslu genç eğitimci Habibzade Ahmed Kemal’in Doğu Türkistan’da kurduğu yeni eğitim okullar, Ahmet Kemal tarafından hazırlanan tarih, coğrafya, matematik dersleri olarak belirlenen eğitim kurumudur. Ahmed Kemal’in 7 yıla yakın Doğu Türkistan’da amansız mücadele, çile ve eziyet içinde geçen hayatı ve bu konuda yazdığı “Çin-Türkistan Hatıraları” kitabı, devri incelememiz için eşsiz akademik değerdir (Hazret, 2015).
Mevcut din adamları halk tarafından olumsuz değerlendirildiği için dış işleri bakan-lığının harekete geçerek diyanet işlerinin Avrupa ve Orta Asya’da yaptığı gibi bir uygula-ma ile din hizmetleri ve din adamı yetiştirilmesi konusunda Çin’le mutabakat varılarak, halkın güvendiği din adamlarının yetiştirilmesi sağlanabilir.
Doğu Türkistan’daki Uygurca konuşan çocuk ve gençlik edebiyatının en mühim ve aciliyeti olan sorunları ve çözüm önerilerini bu şekilde sıralamak mümkün.
Doğu Türkistan dışında yaşayan Uygurca konuşan çocukların çocuk ve gençlik ede-biyatının sorunlarını ele aldığımızda ise şu şekilde sıralamak mümkündür; İşgalden sonra hicret eden Uygurların yaşadıkları yerel bölgeye uyum sağlayarak varlık savaşı verdikleri-ni görmekteyiz. Türkiye başta olmak üzere, Avrupa, Amerika, Afrika, Avustralya ve As-ya’daki hemen hemen her ülkede Uygurlar mevcut. Yaşadıkları yerlerde kendi varlıklarını, kültürlerini ve dillerini korumak amaçlı çeşitli dernekler, sivil toplum teşkilatları kurmuş-lar. Yaşadıkları ülkelerin kanunlarının el verdiği ölçüde gelişmeye, nesil yetiştirmeye va-tanlarını unutturmamaya gayret etmektedirler. Coğrafi ve demografik açıdan bakıldığında en asgari dejenerasyona uğrayan Uygurlar Orta Asya ve Türkiye’de yaşayan Uygurlardır. Uygurca eğitim ve öğretim ailelerin imkân ve inisiyatiflerinde gerçekleşmektedir. Hangi ülkede olursa olsun Anadilleri ola