Sonbaharın en doyumsuz güzellikteki günlerinden biriydi. Oturulduğunda çöken bir koltuğun üstünde, imrenmiş bakışlarla yarım yüz dışarıyı seyrediyordum. Son zamanlarda boş vakitlerimin en büyük eğlencesi olan bu huy, alışkanlık haline gelmişti artık. “Hayat” denilen şeyi bir yığın insanla nasıl paylaştığımı izlerdim bu büyük camın önünden. Buna rağmen her insanın “kendi hayatı” olduğunu anlayıp gülümsediğimdeyse, çoktan tatmin olurdum zaten.
İlk düşüncelerimi başlatan ilerdeki kadına baktım boş gözlerle. Rüzgârda savrulan şemsiyesini dik tutmaya çalışıyor, bu havada giydiği topuklularının üzerinde miskin bir edayla yürüyordu. Meraklı bakışlarla çevresini süzdü, genç bir erkek adamı gördüğündeyse kendini gösterip adamın arabasına bindi. Çok geçmeden uzaklaştıklarında yeni birileri sokağın başında görünmüştü.
Az öncekinin yaşlarında olan bir kadın iki elindeki iki çocuğuyla hızlı adımlarla geçiyordu sokaktan. Kadının telaşından bir an önce eve varmak istediği anlaşılsa da küçük çocuklar durmadan etrafa sıçrıyor, kirli asfalttaki üşümüş kedileri seviyordu. Kadın, durarak sağındaki çocuğunun şapkasını ve montunu düzeltti, diğerinin atkısını sardı yeniden. Onun için zor geçecek olan yolculuğuna hızla devam etti ve gözden kayboldu.
Fazla sürmeden ağır adımlarla biri daha geldi sokağa. Şapkasından net olarak yüzünü göremesem de yaşlı, “dede” sıfatıyla anılabilecek biriydi. Ellerini arkadan bağlamış, arabaların yanındaki banka doğru ilerliyordu. Yürüdü, yürüdü… Sonra da banka oturup öylece durdu.
Bu yaşlı amcadan sonra gelen giden olmamıştı sokakta. Bugün pek insan görememiştim; ben de başımı kaldırarak oturduğum koltuğa baktım. Derince iç çekerek bacaklarımda sabitledim bakışlarımı.
Bir yıl kadar öncesi… Artık sadece izleyebildiğim sokakta oynadığım son gün. Tek başıma seksek oynuyorum sokağın köşesinde. Taşımı attım, oh be, tam sonda durdu! Tek, çift derken atlayarak son kutuya ulaştım, taşı alayım derken dengemi kaybettim. Yere yapıştım ve somurtarak ofladım. Tam o anda büyük bir sesin bana doğru yaklaştığını duydum. Başımı çevirip o yana bakmak mı? Daha zamanım kalmadan bacaklarımın üstünden iki kocaman tekerlek geçti ve az önceki düşmemin acısı yüzlere, binlere katlandı. Şimdilerde izlemeye doyamadığım insanlar yanıma gelerek annemi, babamı bulmaya, yardım etmeye çalıştılar. Küçük bedenimin kaldıramadığı acı, şu anda büyük bir özlem duyduğum sokağın son görüntüleri ardından hayata göz kapaklarımı indirdi.
Bu anılar nüksederken hafızamda, koca bir damlanın düşmesine de engel olamadım gözümden. O sonradan öğrendiğim, motosiklet kullanan kişi sadece bacaklarımı değil; çocukluğumu, oyunlarımı ve de en önemlisi, sokağımı çalmıştı benden. O günden sonra hep sokağıma baktım. Bir camın ardından, özlem, hasret dolu bakışlarla…
Bir araba sesi duymamla tekrar cama baktım. İlk başta gördüğüm kadının bindiği arabaydı bu. Sokağın kaldırımlarına yaklaştı ve park etti arabayı. Sürücü koltuğundan çıkan adam bagaja giderken ön koltuktan inen o kadınsa arka kapıya ilerledi. İkisinin de yüzü gülüyordu. Kadın arka kapıdan küçük, tatlı bir kızı çıkardı; bagajdan tekerlekli sandalye çıkaran adamsa kızı ona oturttu. Kızın tek bacağı yoktu, korku dolu bir yüzle etrafına bakarken kadın ve adam ona bir şeyler mırıldandı. Çocuksa hayır anlamında başını salladı ve somurtarak etrafa baktı.
O an ne oldu, bilmiyorum. İçimde bir şeyler kıpırdandı. Sanki hissediyordum, zamanı gelmişti. “Anne!” diye bağırıp camı gösterdim ve beni dışarı çıkarması için yalvardım ona.
“Anne bak, dışarı bak. Bu sokak benim sokağım! Hadi çıkar beni dışarı, ben oyunlarımı özledim.”
Annem yaşlı gözlerle başını salladı ve beni kucağına alarak tekerlekli sandalyeme oturttu. Babamı da çağırdı ve “Hazır mısın?” diye sordu bana. Montumun fermuarını çekerken, “Hem de hiç olmadığım kadar.” dedim ve babamın yardımıyla dışarı çıktık. Önce adam fark etti bizi, bense dayanılmaz bir mutlulukla gülümsüyordum. Annemler onlarla kaynaşırken ben de kızın yanına gittim.
“Hey, merhaba! Birlikte oyun oynayalım mı?”
Kız kaşlarını çatarak, “Üzgünüm. Benim bacağım yok.” dedi.
“Ama ama baksana, benim de yok! Üstelik benim iki bacağım da yok… Hem, ne olmuş bacağımız yoksa? Ben harika oyunlar biliyorum!” diye kızı umutlandırırken eğlenceli oyunların içinde bulmuştuk kendimizi…
Onunla oynarken içimdeki özlemin çokluğunu her an hissettim. Belki birçok şey kaybetmiştim bu sokakta ama umudumu hiç kaybetmemiştim. Size söylüyorum, imkânsız gördüğünüz şeylere; üzülmeyin! Yalnızca umudunuzu kaybetmediğinizde mutlu olunacak o kadar çok şey var ki…