İnsanın yüzüne rüzgârın vurması ne güzel. Yorgunluğunuzu rüzgâr götürüyor. Esinti ile birlikte canlılık ve tazelik sarıyor insanın bedenini. Ayaklarımın yorgunluğunu saymıyorum.
Bestesu’yla kütüphanenin önünde buluştuk. Okuldan oraya kadar yürüyünce biraz yorulmuştum. Aslında altı saat dersin üzerine yorucu olduğu kadar dinlendirici de olmuştu bu yürüyüş.
İçeriye girdiğimiz kapının karşısındaki masanın başında oturan güleç yüzlü kütüphane görevlisinden aradığımız kitapları bulabileceğimiz bölümü sorduk. İçerideki bölmeyi gösterdi. Ön kapağı bize doğru duran kitaplar, kütüphaneden çok kitap fuarı gibi gösteriyordu bu iç bölümü. Gözlerimle kısa bir sürede dört yanını taradım odanın. Kitapların her biri “beni oku” dermiş gibi duruyordu raflarda. Önce ödevimizi yapacaktık. Raflardaki hiçbir kitabın beni engellemesine izin vermemek için raflardan gözümü kaçırdım. Ödevimizle ilgili kitapların olduğu raf dışında bir yere dikkatimi vermemek için gözlerimi zorluyordum. Aradığımızı bulunca oturduk masanın başına. Konuları paylaştık. Bir bölümünü Bestesu yazdı. Bir bölümünü ben yazdım. Kısa sayılacak bir sürede işimiz bitti.
İlk girdiğimde ısrarla “beni oku” diyen şiir kitabını aldım. Cama en yakın masanın kenarına iliştim. Dışarıda yağan yağmurdan kütüphanenin camları buğulanmıştı. Bestesu, mendilini çıkardı. Camı sildi. Bir yandan şiir okuyup bir yandan dışarıyı seyredecektik.
Her okuduğum şiir ayrı bir güzellikteydi. İlk okuduğum şiir, Bingöl Çobanları, kır hayatını ve bir çobanın duygularını dile getiriyordu. Kendimi kırlarda düşündüm bir an. Hayalimde o çobanı ve şairi canlandırdım. Koyunlar, kuzular, çoban köpekleri, dağların yamaçlarında akan dereler… Zamanın farkında değildim. “Dönemeç” isimli şiiri okurken tabuttaki kadının ölümüne üzüldüm. Yol, cenaze taşıyan adamlar ve tabutu uzaktan seyreden bir adamı hayal ettim. Mona Roza! Bu şiirin adını daha önceleri duymuştum. Sözlerini okumamıştım. “Yağmurlardan sonra büyürmüş başak / Meyveler sabırla olgunlaşırmış” dizelerini okurken aklıma dedemin bahçesi geldi. Her mısrada ayrı bir dünyaya geçiyordum sanki. “Ders kitabımızda niye böyle güzel şiirler olmuyor ki güzel güzel okuyalım?” diye düşündüm. Bir, iki, üç derken sekiz şiir bitirmiştim. Bestesu kaç şişir okudu bilemiyorum. Kütüphane görevlisinin başında dikilip onu seyrettiğinin farkında değildi. Memur onu biraz izledikten sonra yumuşak bir sesle konuştu:
—Ne kadar güzel okuyorsunuz! Yanınıza geldiğimi bile fark etmediniz.
Başını kaldırdı. Memurun yüzüne garip garip baktı. Bir şey söylemedi. Memur, yine aynı ses tonuyla konuşmaya devam etti:
—Saat 17. 00 oldu. Çıkış zamanımız geldi. Sizden başka kimse de kalmadı. Sizi şiirlerin dünyasından çekip almak istemezdim ama, izninizle kütüphaneyi kapatmam gerekiyor.
—Kusura bakmayın. Zamanın nasıl geçtiğinin farkında değilim.
—Zararı yok. Sizin yaptığınızı ben de defalarca yapmışımdır. Dışarıya bakarken şiirleri algılamakta ve kitabı okumakta zorlanabileceğimi düşünürdüm. Kendimi kitaplara vermek istiyordum. Bu yüzden masamı dışarıyı göremeyeceğim şekilde yerleştirirdim.
—Biz de güya dışarıyı da seyredecektik. Dalıp gitmişiz.
—Şimdi artık dışarıda göreceğim hiçbir şeyin kitaplardakinden güzel olamayacağına inanıyorum. Bu yüzden dikkatimi kitaplara verince dışarıyı görmüyorum bile.
Bir taraftan toparlanıp bir taraftan da konuşuyorduk. Elimdeki kitabı memura uzattım. Konuşmaya ben de girdim:
—Tekrar özür dileriz. Sizi beklettik.
—Zararı yok. Siz gençleri böyle okurken görmekten zevk alıyorum. Sizi kutlarım.
Kütüphane görevlisi o kadar kibar bir insandı ki. Tanışıp görüşmek istediğimi belirtmek istedim:
—Sizi tanımak da şiirleri okumak kadar güzelmiş. Kitaplar için de sizin için de tekrar gelmek isteriz.
—Her zaman beklerim.
Kütüphaneden birlikte çıktık. Durağa kadar yürüdük. Memur vedalaşarak ayrıldı. Ben ve Bestesu bekledik. Gelen ilk otobüse bindik. İkimiz de annelerimizin telaşlanmış olacağını tahmin ediyorduk. Benden bir önceki durakta o da inip evine gitti. Ben eve girer girmez annem bayağı telaşlanmış bir sesle sordu:
—Ne oldu? Niye bu kadar geciktin? Yağmura mı tutuldun?
— Hayır anneciğim. Geciktiğim için özür dilerim. Yağmura değil, şiire tutuldum.