MENÜ ☰
Çocuk ve Genç » Hikaye, Manşet, Yazarlar » RUHUM YARALI / Gülay SORMAGEÇ
Gülay SORMAGEÇ
RUHUM YARALI / Gülay SORMAGEÇ

Gündüz aynı. Gece aynı. Mevsimler aynı. Her şey yolunda giderken, gün olur bahara hazan düşer. Gönle hüzün düşer. Ruhu yaralanır insanın. İşte o an… Tam da o an… Artık ruhun yaralıdır… Kıyamete dek yaralı… Gönül hüzün saralı…
Yüreğimin orta yerinde dolduramayacağım bir boşluk peyda oldu. Sandım ki; hep gece… Sanki sabahlar küsmüş güneşe bir daha hiç yüzünü göstermeyecek… Bir daha gün yüzüme değmeyecek ve bir daha yüzüm gülmeyecek…
Telefonun çalmasıyla başladı her şey. Hiç ummadığım bir anda. Beklemediğim bir haber gibi… Öyle değildi oysa. Bekliyordum. Nedense; konduramadım. Anlamak istemedim. Hâlbuki teslim olmuştum “Amentü” demiştim. İman etmiştim kadere. Hayır da Allah’tan şer de… Hayat ve doğum ne kadar gerçekse ölüm de o kadar gerçek. Ahh! Ölüm… Lezzete zehir katan ölüm…
Ahizeyi kaldırdım annemin metanetli bir o kadar da buruk sesiyle kelimeler dökülüverdi dilinden:
-Kızım baban ağırlaştı. Gelirsen iyi olur. Galiba son zamanları…
Gözüm karardı… Kulaklarım uğuldadı… Annemin sesi yurt binasında yankılandı sanki…
Galiba babanın son zamanları!
……………………… ……………………. ………………………
Otobüsteyim; yol uzadıkça uzuyor gözümde. Babamla son bir olsun konuşmak hevesiyle kısaltıyorum yolu kendimce. Kendimce hayallere dalıyorum. Babama söyleyeceğim teselli cümlelerini bir bir not ediyorum belleğime. Boş boş bakıyorum her şeye. Hayatın içindeki anlam kaybolmuştu. Dağ, taş, ağaç, yamaç hepsi boş hepsi anlamsız.
Yol bitti. Sabahla birlikte evimize kavuşmak üzereyim. Adımlarım sıklaştı. Sala sesiyle irkildim. Yavaşladım ve dinledim. Sabaha kavuşmuştum ama babama kavuşamamıştım. Ruhum yaralandı. Gözlerim buğulandı. Hıçkırıklar düğümlendi boğazımda. Kavuşmak mahşere kaldı babacığım diyebildim… Hani diploma törenime gelecektin… Hani avukatlık büromun kurdelasını kendi ellerinle kesecektin… Olmadı böyle…. Olmadı… Neden bırakıp gittin…
İçeri girdim. Anneme sarıldım:
– Allah rahmet eylesin babacığıma. Mekânı cennet ola diyebildim. Daha fazla hıçkırıklarımı gizleyemedim… Herkes üzgün, çoğunun gözü yaşlı.
Akıtılan gözyaşları babam için miydi?
Yoksa ölümün hasretine mi?
Yoksa yoksa kendilerine mi ağlıyordu insanlar(!)?
Ben babama ağlıyordum. Hasretine ağlıyordum. Yarım kalan hayallerine hayallerimize ağlıyordum. Dualar karışıyor gözyaşlarıma. Yüreğimin en kuytu yerinden; Yaradan’a dualar. Bir taraftan kendim için dua ediyordum. Okulumu bitirmem için güç, kuvvet ve sabır istiyordum. Yaralı ruhuma merhem istiyordum. Merhametlilerin merhametlisinden… Bilirim ki; O yalnız bırakmaz.
…………………… ……………………… ………………………
Son sınıftayım. Hey gidi günler hey. Meğer zaman vefasızmış. Olduğu yerde kalmazmış. Akıp gidermiş. Hiç haber de vermezmiş geriye dönüp hal hatır da sormazmış. O yüzden zamandan vefa beklemek olmazmış. Bunu iyi anladım. Dört yıl geçti. Babam yok. Ne kuşların sesinde… Ne çiçeklerin nefesinde…
Birkaç gün sonra mezun oluyorum. Diploma törenim yetim olacak ve hep yetim kalacak. Belki bundan böyle başarılarım ve mutluluklarım da benim gibi yetim kalacak…
Mezuniyetime annem geldi. Onunla avundum. Diplomamı aldım. Annemin elinden öptüm. Ona sarıldım. Dedim ki:
– Anneciğim elini bir kez de babam için öpebilir miyim?
Bu kez annem bana sarıldı.
– Elbette!
Annemin elini bir kez de babam için öptüm. Biraz olsun hafifledim. Kendimi teselli ettim belki de!
İçimde yine harlanmıştı baba acısı. Sarmıştı benliğimi hasretin sancısı. Çektiği acılar düşmüştü aklıma. Cansız hayali canlanmıştı karşımda. Yoksun… Ne kuşların sesinde ne ağaçların nefesinde…
Gözlerimden iki damla yaş titreşti. Yüreğimden onunla söyleştim. Yoksun… Yoksun…
Yeri doldurulamayan bir boşluk bıraktı içimde senin yokluğun. Biliyorum. Allah’tan geldik. Allah’a gideceğiz, biliyorum bilmesine de yüreğime söz dinletemiyorum. Ruhum acıyor, ruhum yaralı!
………………………..
Düşüncelerimden sıyrıldım. Anneme çay bahçesine gitmeyi teklif ettim. Yılları demleyelim bir bardak çayda haydi anneciğim. Ne dersin?
Demleyelim kızım ne iyi olur. Artık vizeydi, finaldi hepsi geçti gitti. Bence de yıllar demlenmeli bir bardak çayda. Şöyle kaygısız, külfetsiz, yüksüz oturalım bugün çay bahçesinde. Öğrenciliğinin son çayı hayatın geçim yüzünün sana görünmesinin ilk çayı…
Güzelim semaver çayının tadını çıkardık annemle. Dinlendik. Demlendik… Zamanın eteklerinde biriken anılarımızı tazeledik. Hayallerimizi yeniden konuştuk. Yarım olan yarım kalan hayallere kaldığımız yerden devam edecektik. Babamsız…
Bütün olanlar bir film şeridi gibi geçti gözümün önünden.
Gözlerimi babam, annem ve benim birlikte çektirdiğimiz aile fotoğrafından alamıyordum. Çerçeve ellerimde. Babamdan gelen müjdeli bir mektup gibi okuyorum onu. Bakıyorum bu fotoğraf karesine. Son duruşmamdan sonra daha anlamlı geldi bu aile fotoğrafı bana.
Yetim büyümüştü sanığım. Sahipsizlik ve çaresizlik acımasızca suça itmişti onu. Hakkında verilen mahkûmiyet kararı canımı acıtmıştı. Onlarca sahipsiz çocuk ve genç mahkûm edilmişti aslında. Genç müvekkilimin mahkûmiyetiyle!
Neyin mahkûmiyetiydi bu?
Yetimliğin mi?
Sahipsizliğin mi?
Cehaletin mi?
Vicdansızlığın mı?
Çerçeveyi ellerimle bir kez daha okşadım. Sevgilerimi ilettim babacığıma. Bir Fatiha okudum ruhuna. Derken kapı çaldı.
Avukat Hanım:
– Kahvenizi getirdim.
– Teşekkür ederim. Emine Hanım. Ellerine sağlık.
Keyifle kahvemi yudumlarken artık yetimliğime üzülmüyordum. Ruhum yaralıydı lakin başım dik. Çerçevenin içinde tazelenen anılarım vardı. Bir de yüreğimde taşıdığım annem ve babam. Annem ve babam.

📆 03 Ekim 2021 Pazar 03:03   ·   💬 0 yorum   ·