Bir cumartesi günü arkadaşlarımla birlikte alış verişe çıkacaktık. Sabah yedide kalktım. Elimi yüzümü yıkadım ve mutfağa gittim. Kendime yiyecek bir şeyler hazırladım ve yedim. Hemen hazırlanıp evden çıktım, doğruca alış veriş merkezine gittim. Arkadaşlarım beni bekliyorlardı.
Sohbet ede ede yürürken, bir yandan da vitrinlere bakıyorduk. Beğendiğimiz bir şey olunca mağazaya girip fiyatını soruyorduk. Fiyatı pahalı gelince, ”rengini beğenmedim”, “başkasında da var” gibi bahaneler uydurup mağazadan çıkıyorduk. Mağazaları gezerken çok çeşitli eşyalar aldık. Ben sarı bir tişört ve bir kitap aldım.
Tüm mağazaları gezmiştik ve acıkmıştık. Bir pastanede oturup bir şeyler yedik. Alış veriş merkezinden çıktığımızda şaşırmıştık; çünkü bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Elimizde poşetlerle yağmur ortasında kalakalmıştık. Ben de:
—Kızlar bizim eve gidelim, dedim.
Onlar da kabul ettiler. Fazla ıslanmamak için saçakların altından gidiyorduk; fakat şemsiyeleri olmasına rağmen bazı insanlar da saçakların altından gidiyordu. Biz onlara yol vermeye çalışırken ıslanıp üşüyorduk. Apartman bahçesine geldiğimizde gördüğümüz manzara bizi şaşırttı. Bahçedeki bitkilerin arasında yaşayan salyangozlar apartman duvarlarına ve yollara çıkmıştı.
Eve geldiğimizde çok ıslandığımızın farkına vardık. Arkadaşlarıma kendi kıyafetlerimden verdim. Annem beni mutfağa çağırdı, ben içimden “eyvah!” dedim. ”Fırçayı yedim!” neyse mutfağa gittim. Meğer annem bize bir şeyler hazırlıyormuş, yardım etmemi istedi. Tepsiye yerleştirdiklerini masaya dizmemi istedi. Birkaç dakika içinde yağmur kaçakları için sofra hazırdı. Yedik içtik, içimiz ısındı… Sonra kızlarla aldıklarımızı kontrol ettik.
Biz aldıklarımızla uğraşırken annem, salona girip çıkıyordu. Elinde bir şeyler vardı ama, pek dikkat etmemiştik. Bütün dikkatimiz, aldıklarımızın üzerimize yakışıp yakışmadığındaydı. Bizim konuşmamızın durduğu bir anda annem seslendi:
— Kızlar buraya gelir misiniz?
Salona geçtik. Annem salonun ortasında ayakta duruyordu. Elinde boş bir beyaz kağıt vardı. Kağıdı iki ucundan tutarak bize doğru uzattı:
— Bilin bakalım bu ne?
Herkes tahminini söylüyordu:
— Beyaz kâğıt.
— Mektup.
— Ödev kağıdı.
— Bilemediniz küçük hanımlar. Şimdi çeviriyorum, dedi ve elindeki kağıdın arka yüzünü çevirdi.
Elindeki çok harika bir karakalem resimdi. Yağmurlu bir havada yürüyen insanları çizmiş. Karakalem çalışması olmasına rağmen renkli bir fotoğraf kadar canlı duruyordu. Resimdeki insanlar yabancıydı fakat binalar tanıdık gibiydi. Dikkatle bakınca bizim sokağın resmi olduğunu anladım. Emin olmak için anneme sordum:
— Anne, bu bizim sokağın resmine benziyor. Bizim sokağı mı çizdin?
— Evet. Yağmur yağarken camdan sokağı seyrediyordum. Sokakta gördüklerimi çizdim. Beğendiniz mi?
Beğenmemek mümkün değildi. İnsan bu kadar güzel bir resmi beğenmez mi? Neredeyse koro halinde hep bir ağızdan annemin sorusuna cevap verdik:
— Haarika!
Artık sohbetimizin konusu resimdi. Arkadaşlarım akıllarına gelen her soruyu soruyor, annem herkese ayrı ayrı cevaplar veriyordu. Sohbet uzadıkça uzadı. Bu arada çay servisi doğal olarak bana kaldı. Neredeyse akşam olmuştu. Babam da geldi. Saat altı buçukta babamla bizim kızları evlerine bıraktık.
Büyüyünce bu günleri nasıl geçirdiğimi unutmamak için tuttuğum günlüğüme bu maceralı günü yazdım. Bu olay da bana hoş bir yağmur hatırası olarak kaldı. Günün sonunda annemin resmi güne damgasını vurmuştu bu yüzden günlüğün o günkü yazısının başına annemin resmini gösterirken söylediği sözü yazdım; “Ressamın Kaleminden Yağmur”.