Düşüncelerimizi ifade etmek gibi bir şans elde ettiysem, kafamda dönüp duran bu sorunu muhakkak paylaşmalıyım diye düşünüyorum. Hitap edeceğimiz kesim değerli öğretmenlerimizse bu şans iki katına yükselmiştir benim için. Neden İngilizce eğitimi konusunda ön yargılarımız var? Öğrencilerimiz neden yabancı dil öğrenemiyor? Ya da öğretmenler neden bu konuda başarıya ulaşamıyor? Çünkü yıllardır şimdiki zaman(present tense)‘dan gelecek zamana(future) geçemedik? “Geliyorum” dedik, “geleceğim” diyemedik. Yıllarca (I, you, we, they) tekerlemesi dışında bir tık ilerleyemediler de ondan. Yıllarca İngilizce dersi alınmasına rağmen İngilizce öğrenememeyi öğrendiler de ondan. Öğretmenlerimizin bilinçaltında bu önyargılar mevcutken elbette ki öğrencisine dil eğitimi veremeyecek. Kendisi yıllarca ceremesini çekmiş ve sonuç elde edememiş olduğu için elbette ki öğrencisine herhangi bir katkı sunamıyor.
Oktay Sinanoğlu ‘adam’ isimli kitabında yabancı dili tarzanca olarak niteliyor, pek de haksız sayılmaz. Vermeye çalıştığımız eğitimin sonucu tarzanca cümleler olarak karşımıza çıkıyor.
Ama artık bir şeyler değişmeli, bunu yapabiliriz. Sistemi eleştirip işin içinden çıkabiliriz belki, çoğu zaman bunu hepimiz yapıyoruz. Ancak yıllarca aldığımız eğitimi atanmak için hazırlanan bir sınav sonrasında tozlu raflara yerleştirmemeliyiz. İdealist düşüncelerle öğretmen olmaya karar verdiğimizi hatırlayalım lütfen ve sistemin yanlışlarına rağmen, doğru teknikler kullanarak geleceğin fidanlarını sulamaya çalışalım. “Birçok yol denedik, olmadı! Eğer yapılabilseydi yapılırdı! İngilizce öğrenmek zor!” Vesaire, birçok cümle kurduğunuzu duyar gibiyim… Ancak bunlar farklı kişilerce denendi ve benzer sonuçlar elde edildi. Bizler yeniden deneyeceğiz. Nasıl mı?
İlk kural: Dil öğretiminde öğrencinin, yeni öğreneceği dilin sözcüklerine doğal olarak maruz kalması gerekir. Aynı kelimeyi elli kere yazdırarak bir çocuğa dil öğretemezsiniz, yalnızca kelime ezberletirsiniz ki bu da kullanılmayınca bir öneme sahip olmayacaktır. Dolayısıyla öğrencilerimize yeni öğreneceği dilin eğitimini yine o dilde vermeye çalışacağız.
Bir kelime öğretmek istiyorsak neden kısa ve ilgi çekici bir hikaye okutmayı denemiyoruz? Çocuk kafasında bir şeyleri canlandıracak ve öğrenmesi kolaylaşacaktır.
İkinci kural: Öğrencilerimizin öğrenmeye çalıştıkları dilde iletişim kurmaları için teşvik edeceğiz. İki saatlik yabancı dil ders süresi boyunca İngilizce konuşabileceklerini, bunun dışında iletişim kurmalarına izin vermeyeceğinizi söylerseniz, açığa çıkacak potansiyele hayran kalacaksınız.
Ama nasıl olacak? Dediğinizi duyar gibiyim. Şuan bu teknikler birçok dil okulunda uygulanıyor ve sıfır İngilizce ile başlayan öğrencileri kısa sürede ilerletiyor. Örnek verecek olursam şu an Londra’daki London International House (London-Holborn) okulunda yüzde yüze yakın başarı elde ediliyor. İletişim halinde olduğum arkadaşlarım dil endişesiyle başlasa da kısa süre zarfında endişelerinden sıyrılacak dil eğitimi almayı başarıyor.
Ya sistemi eleştirip yıllarca dil dersi konusunda ‘’bir varmış bir yokmuşçuluk’’ oynayacağız ya da mezun edeceğimiz öğrencilerimizin küreselleşen dünyada yeni medeniyetlerle tanışması için bir pencere aralayacağız. Tercih sizin, tercih bizim.
Tekrar denemeye değmez mi?