Bir varmış bir yokmuş, Allah’ın bendesi (kulu) çokmuş. Bu bendelerden bir padişah, bir de genç oğlu varmış. Oğul hasta, işinde usta,
Ama çıkmak istemezmiş tahta. Padişah çok üzülürmüş. Ünlü hekimlere haber göndermiş. Gelen hiçbir hekim, oğlunun derdine bir ilaç bulamamış. Sonunda bir müneccim çıkagelmiş:
“Kıbleyi alem sağ olsun,” demiş, “oğlunuza mutlu bir adamın iç gömleğini giydirmeniz gerek. O zaman sağlığına erişecek.”
Padişah, hemen iki vezirine iki kese dolusu altın vermiş: “Gidin mutlu bir adam bulun, bu altınları verip gömleğini getirin, oğlum giyinsin,” demiş.
O devirlerde serveti çok olanlar mutlu sayılıyormuş. O tip insanlar da dünyada azmış. Vezirler bu zengin adamları aramışlar, taramışlar, sonunda birini bulmuşlar.
“Görüyoruz ki siz çok mutlu bir insansınız! Bize bir iyilik etmek ister misiniz?”
Adam acı acı gülmüş:
“Kim demiş mutlu olduğumu? Bu kadar malım servetim var; ama bir lokma baklava börek yiyemem, birazcık mercimek çorbası içemem…”
Vezirler şaşkınlık içinde: “Neden?” diye sormuşlar.
“Şişmanlıyorsun diyor hekim, izin vermiyor.”
Vezirler, başka bir zengin insan aramaya çıkmışlar.
Çok geçmeden aradıklarını bulmuşlar. Adamın toprakları uçsuz bucaksız, hayvan sürüleri vadileri doldurmuş. Bahçeleri meyve sebze dolu. Ağaç dallarında bülbüller, hepsi ses sese vermiş öterler… Adam altın kubbeli bir türbe yaptırıyormuş.
“Hah, bulduk!” diye düşünmüşler, gidip adama selam vermişler.
“Sizin iç gömleğinizi almaya geldik. Ücreti neyse vermeye hazırız,” demişler.
Adam şaşkınlık içinde sormuş:
“Bir gömlek ne işinize yarayacak? Niçin ona ücret ödeyeceksiniz?”
Vezirler cevap vermişler: “Görüyoruz ki çok zenginsiniz, keyfiniz iyi, altın kubbeli bir türbe yaptırıyorsunuz, mutluluğunuz yerinde.”
Zengin adam: “Hele sorsanıza, niçin yaptırıyorum bu türbeyi,” demiş.
“Niçin?” diye sormuş vezirler.
“Çünkü dünyalar kadar sevdiğim karım genç yaşta öldü. Ben yapayalnız kaldım. Ona bu türbeyi yaptırıyorum ki biraz teselli bulayım, her gün gelip türbenin içinde ağlayayım.”
Vezirler anlamış ki, zengin olmakla mutlu olunmuyor. İşleri daha da zorlaşmış, acaba kim mutlu? Kim?
Yine aramaya koyulmuşlar. Az gitmişler uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, bir öğle üstü yoksul bir adama rasgelmişler. Adam, bir ağaç gölgesine uzanmış yatıyormuş.
“Hah!” demişler, “İşte mutlu adam. Bu vakitte yatıyor, keyfine bakıyor!”
Adamı uyandırmışlar. Adam ürpertiyle kalkıp oturmuş:
“Ne var, ne istiyorsunuz?”
“Görüyoruz ki keyfin yerinde, herkes tarlada işte! Sen uyuyorsun bu vakitte. Sana altın verelim, gömleğini alalım dedik, yanına geldik.”
Adam, hiçbir şey anlamamış, korkuyla ağacın arkasına saklanmış:
“Beni dövmeye mi geldiniz yoksa? Suçum yok benim. Beş koyunu hırsız çaldı, bana iftira attılar, dövüp çobanlığıma son verdiler. İş ekmek bulamadım, açlıktan buraya yattım.” Bakmışlar ki her insanın bir derdi, bir sorunu var. Yola devam etmişler, günün birinde başka bir kente gelmişler.
Şehrin girişinde genç bir adam hem duvar örüyor hem de şarkı söylüyormuş. Onu uzaktan izlemiş sonra yavaş yavaş yakın gelmişler:
“Günün aydın olsun delikanlı!”
Genç adam şarkıyı kesip cevap vermiş: “Aydınlık içinde olun.”
Vezirler merakla sormuşlar: “Çok mutlu görünüyorsun.”
“Çok şükür. İşim var, eşim var, aşım var, canım sağ, çalışıyorum. Tabii ki mutluyum.”
Vezirler heyecanla:
“O zaman iç gömleğini çıkar bize ver. Sana bin gömlek parası verelim.”
Genç adam utanarak yakasını açıp göstermiş:
“Kusura bakmayın, iç gömleğim yok ki benim,” demiş. “Kazandığımla karnımı zor doyuruyorum.”
Vezirler üzülerek geri dönmüşler:
“Mutluluk ne? Bu nasıl bir şey? Şimdi biz padişaha ne diyeceğiz?” demişler, geri dönmüşler…
Sen olsan ne derdin? Sence mutluluk nedir?