MENÜ ☰
Çocuk ve Genç » Alt Manşet, Masal, Yazarlar » Kırk Günün Beyliği / Yücel Feyzioğlu
Yücel FEYZİOĞLU
Kırk Günün Beyliği / Yücel Feyzioğlu

Bir adam varmış; yoksul, avurtları çökük; adı Fazıl. Karısı ve üç çocuğu ile Cizre’de yaşarmış.
Onun hikâyesi 12. yüzyıldan günümüze ulaşmış. Fazıl durmadan iş arar, neye el atsa elinde kalırmış. Kendisini uğursuz sayar, sinirli sinirli dolaşırmış.
Yüzünün çizgilerinde üzüntü, dilinde lanet varmış:
– Allah kahretsin! Allah kahretsin!
Bir gün tellâlın bağırdığını duymuş:
– Duyduk duymadık demeyiiin! Beyimiz Allah’ın adil ve şefkatli meleğini arıyooor. Hazreti Hazer’dir adııı, gösterir adil olanııı! Kim ki bulur onuuu, alır kese kese altınlarııı!
Tellâl, caddelerde dolaşıp davula tokmağı vuruyor, tekrar bağırıyormuş:
– Duyduk duymadık demeyiiin! Altınları cebinize indiriiin!
Duyuruyu işitince Fazıl’ın yüreği hoplamış, derhal saraya koşmuş:
– Altınları bana verin, ben Hazreti Hazer’i bulup getireceğim, demiş.
Kendinden öyle emin söylemiş ki, yedi kese altını hemen vermişler:
– Getirdiğin gün yedi kese altın daha alacaksın, demişler.
Fazıl,
– Tamam! Bulacağım, diye söz vermiş.
– Kırk gün içinde bulamazsan kelleni vereceksin.
Fazıl onu da kabul edip altınları almış. Saraydan çıkınca tepeden Dicle’nin görkemine bakmış.
Aman Allah’ım! Bu ne güzellik! Dicle nazlı nazlı akıyor, önünde uçsuz bucaksız Mezopotamya uzanıyormuş. Kutsal toprak, kadim uygarlıkların anayurdu…
Fazıl kendini hiç olmamış kadar güçlü hissetmiş, sonra pazarın yolunu tutmuş. Neler yokmuş ki pazarda! Etler, meyveler, giyecekler… İhtiyaçlarını alıp eve dönmüş.
Neşeli yüzü gülüyor, şıkır şıkır oynuyormuş. Nanay da nay nay!
Karısı Gule, onun oynadığını görünce kapıyı şaşkınlıkla açmış:
– Ne oldu? İş mi buldun, yoksa altın mı?
– Sorma Gule sorma! Zengin olduk, zengiiin! Karısının önünde de dönüp oynamış. Nanay da
nay nay, nanay da nay nay! Gule, Fazıl’ın arkasındaki kocaman torbaya bakıp şaşırmış.
– Nedir bu Fezo, nereden aldın? Yoksa çaldın mı?
Fazıl,
– Aşk olsun Gule! Ben hırsız mıyım? demiş.
Tellâlın çağrısını duyar duymaz, koşup saraydan altınları aldığını anlatmış. Kese kese altını çıkarıp karısının başından aşağı saçmış, torbayı karısına verip kollarını kaldırarak oynamaya devam etmiş.
Gule ise sevinecek yerde ağlamaya başlamış, dövünüp bağırmış.
– Sen nerden bulacaksın Hazreti Hazer’i, vereceksin kelleni!
Fazıl onu teselli etmek için,
– Üzülme sen Gule, demiş, aramaya gideceğim. Bulduysam ne âlâ. Bulamazsam, sen bol yap yemeği, kutlayalım kırk günlük beyliği!
Gule itiraz etmiş:
– Sen delisin, sen delisin! Aklını yitirdin! Götür o altınları geri ver.
Fazıl dinlememiş.
– Sen dediğimi yap, gerisine karışma.
Gerisini gelecek masalda anlatayım, seni merakta bırakayım.

varmış; yoksul, avurtları çökük; adı Fazıl. Karısı ve üç çocuğu ile Cizre’de yaşarmış.

Onun hikâyesi 12. yüzyıldan günümüze ulaşmış. Fazıl durmadan iş arar, neye el atsa elinde kalırmış. Kendisini uğursuz sayar, sinirli sinirli dolaşırmış.

Yüzünün çizgilerinde üzüntü, dilinde lanet varmış:

– Allah kahretsin! Allah kahretsin!

Bir gün tellâlın bağırdığını duymuş:

– Duyduk duymadık demeyiiin! Beyimiz Allah’ın adil ve şefkatli meleğini arıyooor. Hazreti Hazer’dir adııı, gösterir adil olanııı! Kim ki bulur onuuu, alır kese kese altınlarııı!

Tellâl, caddelerde dolaşıp davula tokmağı vuruyor, tekrar bağırıyormuş:

– Duyduk duymadık demeyiiin! Altınları cebinize indiriiin!

Duyuruyu işitince Fazıl’ın yüreği hoplamış, derhal saraya koşmuş:

– Altınları bana verin, ben Hazreti Hazer’i bulup getireceğim, demiş.

Kendinden öyle emin söylemiş ki, yedi kese altını hemen vermişler:

– Getirdiğin gün yedi kese altın daha alacaksın, demişler.

Fazıl,

– Tamam! Bulacağım, diye söz vermiş.

– Kırk gün içinde bulamazsan kelleni vereceksin.

Fazıl onu da kabul edip altınları almış. Saraydan çıkınca tepeden Dicle’nin görkemine bakmış.

Aman Allah’ım! Bu ne güzellik! Dicle nazlı nazlı akıyor, önünde uçsuz bucaksız Mezopotamya uzanıyormuş. Kutsal toprak, kadim uygarlıkların anayurdu…

Fazıl kendini hiç olmamış kadar güçlü hissetmiş, sonra pazarın yolunu tutmuş. Neler yokmuş ki pazarda! Etler, meyveler, giyecekler… İhtiyaçlarını alıp eve dönmüş.

Neşeli yüzü gülüyor, şıkır şıkır oynuyormuş. Nanay da nay nay!

Karısı Gule, onun oynadığını görünce kapıyı şaşkınlıkla açmış:

– Ne oldu? İş mi buldun, yoksa altın mı?

– Sorma Gule sorma! Zengin olduk, zengiiin! Karısının önünde de dönüp oynamış. Nanay da

nay nay, nanay da nay nay! Gule, Fazıl’ın arkasındaki kocaman torbaya bakıp şaşırmış.

– Nedir bu Fezo, nereden aldın? Yoksa çaldın mı?

Fazıl,

– Aşk olsun Gule! Ben hırsız mıyım? demiş.

Tellâlın çağrısını duyar duymaz, koşup saraydan altınları aldığını anlatmış. Kese kese altını çıkarıp karısının başından aşağı saçmış, torbayı karısına verip kollarını kaldırarak oynamaya devam etmiş.

Gule ise sevinecek yerde ağlamaya başlamış, dövünüp bağırmış.

– Sen nerden bulacaksın Hazreti Hazer’i, vereceksin kelleni!

Fazıl onu teselli etmek için,

– Üzülme sen Gule, demiş, aramaya gideceğim. Bulduysam ne âlâ. Bulamazsam, sen bol yap yemeği, kutlayalım kırk günlük beyliği!

Gule itiraz etmiş:

– Sen delisin, sen delisin! Aklını yitirdin! Götür o altınları geri ver.

Fazıl dinlememiş.

– Sen dediğimi yap, gerisine karışma.

Gerisini gelecek masalda anlatayım, seni merakta bırakayım.

Galeri
📆 22 Haziran 2021 Salı 22:22   ·   💬 0 yorum   ·