Her yaşını tüketirken insan, biraz daha korkar, ürker yaşlanmaktan. Ruhu yerine bedeninin genç kal-masını ister. Hiçbir sıkıntı çekmeksizin, büyük bir keyifle doldurabileceği ruhu yerine, kendine acı çektirip bur-nunu kaldırır, tenini gerer, dudağına bir kat daha çe-ker…
Şimdi tüm bunları göze alarak, kırk beş yaşım-daki bene yazıyorum bu mektubu. Hayallerimde bile tecessüm edemeyen, ilerdeki o kadının mektubudur bu.
Merhaba, ben. Tahminen bu satırları okurken gözleri yaşaran ben… Nasılsın? Umarım bu yaşımda eğitmeye başladığım ruhumu çürütmüyorsundur; elinde bir iğne, bir iplikle… Ama meraklıyımdır ben, belki me-rak salmış, bir denemişimdir. Ya da hırslıyımdır, ‘Bece-riksiz.’ demişlerdir bana, hırs yapmışımdır.
Sana soracağım bir şey var ben. Neredesin? Ha-yallerini kurduğum, o küçük karavanla dolaşıyor musun şehir şehir? Yoksa her zaman nefret ettiğim o sıkış tıkış evin, yirmi yıl önceden kalma bir halıyla döşendiği sa-lonunda mı oturuyorsun? Umarım yapmamışsındır böy-le bir kötülüğü hayallerime…
Hayallerim demişken, ben. Hepsini gerçekleştir-din mi onların? Yoksa geçmişin tozlu raflarına kaldırıp, unuttun mu onları çoktan? Mesela gittin, ziyaret ettin mi bir çocuk yuvasını, dağıttın mı o çocuklara bir hedi-ye? Yoksa kimsenin sevmediği huysuz, aksi bir kadın mısın? Hala yenmeye çalıştığım, çabuk öfkelenmemle ve saldırganlık huyumla olan savaşımda beyaz bayrağı çektin de, sinirli biri mi olup çıktın? Kendine yenilip akıttığın, sol gözünden düşen yaşı hisseder gibiyim, ben. Ağlıyor musun yoksa? Aman, pişmanlık gözyaşları ol-masın da, razıyım gerisine…
Bir şey daha sormalıyım, ben. Umutlarım vardı benim. Kocaman, parlayan gözlerim, imkânsızı bile utandıracak bakışlarım vardı. Boşa çıksa bile vazgeç-mezdim onlardan, en samimi dostlarımdı onlar. Peki, şimdi neredeler? Saklıyor musun onları, kalbinin derin-liklerinde? Duyunca değişik bir fikir, heyecanlanıyor, açığa çıkarıyor musun umutlarımı? Yoksa çoktan cay-dın, öldürdün mü onları? Of… Söylemesi bile çok kötü. Umarım umutlarıma da gelmemiştir bir zarar.
Hatırladığım kadarıyla, altı yaşımızdan beri isti-yorduk avukat olmayı, değil mi? Belki de o ciddiyet, kararlık, asillik boyamıştı o yaşlarda gözümü… Büyü-dükçe daha bir arzuladım; hayallerini gerçekleştireme-yen, umutlarını öldüren, haksızlığa uğrayan insanların hatalarını düzeltmeyi. Ah; ah ne merak ediyorum seni, bir bilsen…
Peki, peki ya bir hayat arkadaşım var mı, adım adım yürüdüğüm bu yolda? Annemin ilk maaşımı gör-meden vermeyeceğini söylediği ben, evlendim mi? Bu konular açılınca yanakları kızaran, gözlerini devirip ‘ev-lenmeyeceğini’ söyleyen benim, bir kızım mı var? Yoksa utancımdan anneme bile söyleyemediğim, şu hoş ço-cukla mı evlendin? Sana sormak istediğim sorular, bu satırlara ağır gelir belki. Ama ne çok merak ediyorum seni, bir hissetsen…
Aslında ben, bilirsin beni, ürkeğimdir biraz. Her cümlemin ardına, sana başından beri sormak istediğim sorunun parçalarını sakladım. Ama ben de seni bilirim elbet, akıllısındır. Belki anlamışsındır çoktan, hedefime nasıl ulaşmaya çalıştığımı seyretmişsindir. Öyle ya da böyle, söylüyorum sana sorumu. İnsan bu hayatta ken-disine güvenmeyecekse kime güvenecek?
Bana, ne yaptın? O nasıl, nerde, kimle, ne yapı-yor? Duyguları, umutları, hayalleri yerinde mi? Kaybet-tin mi beni? Ben her gece yastığa kafamı koyduğumda bu soruları sordum geleceğe; ihtimal sana. Belki cevap alamadım, ama hep merak ettim. Çünkü ben, hep gele-cekte pişman olmaktan korktum ben. Duygularımı, umutlarımı, hayallerimi yitirmekten, onları kaybetmek-ten korktum. Bir çizgi çektim, dışına çıkmayı yasakla-dım kendime. Hayallerimdeki gibi bir yaşam, duygula-rımdaki gibi bir kararlılık, umutlarımdaki gibi bir kadın diledim hep, hata yapmaktan korktum. Belki şu an ya-şadığım hayat yetmedi özgürlüğüme, büyüyünce de esir kalmaktan ürktüm. O yüzden istedim belki bir karavan, o yüzden daralttım seni de, ondan sardı bir endişe.
Aslında senden istediğim şey, bunların hepsini gerçekleştirmek de değil illa, mesela bir karavan ala-cak parayı toplayamamışsındır, derneklere bağış yap-maktan, ona da razıyım. Yeter ki bedenin yerine ruhun güzel, ruhun ince olsun; o bile yaptığın en büyük iyilik bana.
Ben gevezeyimdir, ama boş konuşanlardan de-ğil. Şimdiyse nerdeyse gözyaşlarınla ıslanmış bu mek-tup, ellerinin arasında. Bu kadar çok yazmamı doymaz-lığıma, boş olmayan gevezeliğime ver; ama bu mektup-ta yazanları asla unutma ben. Zira bu mektup, kaybet-mekten korktuklarıyla baş başa olan bir kızın, kırk beş yaşındaki kendine yalvarmasının mektubudur.