“Anne” dedi Burkay. “İnsanları da küçültebilir misin?”
Annesiyle babası. ‘Yine ne diyor bu çocuk?’ diye soran gözlerle bakıştılar. Babası Numan Bey:
“Neden Burkay’cığım?” dedi. “Neden küçülmesini istiyorsun insanların?”
Burkay’ın acelesi vardı. Kulağı televizyonun sesinde,
“Çünkü…” diye başladı. Söze nereden gireceğini bilemeyince durakladı, biraz düşündü. “Çünkü…” dedi yeniden. “Dün akşam bir rüya gördüm. Çok güzeldi. Herkes benim boyumdaydı. Büyükannelerim, dedelerim ve siz. İkiniz de. Anaokulundaki öğretmenim bile benim boyumdaydı. Hiç kimseye başımı böyle yukarı kaldırıp bakmıyordum.”
Başını kaldırıp nasıl baktığını gösterirken durdu; televizyondan gelen sesi dinledi.
“Bir dakika…” dedi. “Beklediğim çizgi film başlamış. Ben size sonra anlatırım.” Koşarak, televizyonun bulunduğu öteki odaya geçti.
“İnsanları küçültmek mi?” dedi Numan Bey. “Bu da nereden aklına geldi?”
“Aslında ben nereden aklına geldiğini biliyorum.” dedi Şule Hanım. Kocasının soran gözlerle baktığını görünce açıklamaya çalıştı.
“Hani senin gri üzerine pembe çizgili bir kazağın vardı.”
“Doğum günümde annemin hediye ettiği kazak mı? Ondan mı söz ediyorsun?”
“Evet, o.” dedi karısı. “Neyse…” diye geçiştirmeye çalıştı; ama Numan Bey durdurdu onu.
“Yoksa kazağa bir şey mi oldu?”
Şule Hanım’ın sustuğunu görünce ekledi:
“O kazağı çok sevdiğimi biliyorsun. Pahalı bir kazaktı, saf yündü, çok seviyordum ve en önemlisi annemin hediyesiydi. Üstelik iki ya da üç kez giydim şimdiye kadar. Neden biliyor musun? Giymeye kıyamadığım için.”
Karısının konuşmayıp önüne baktığını görünce,
“Eyvah!” dedi. “Bir şey oldu, değil mi?”
“Evet, ne yazık ki!” dedi karısı. “Kötü bir şey oldu. Huriye Hanım onu pamuklu çamaşırlarla birlikte sıcak suda yıkamış.”
Bir süre sustu Numan Bey. Artık öyle bir kazağı olmadığı gerçeğine kendisini alıştırmaya çalıştı.
“O kadar küçülmüş ki bundan sonra o kazağı ancak Burkay giyebilir.”
Güzelim kazağın mahvolmasının sorumluluğu altında eziliyordu. Numan Bey bir süre daha düşündü, sonra yerinden doğrulurken,
“Şimdi anlaşıldı.” dedi.
Şula Hanım, anlamazlıkla baktı.
“Burkay’ın senden istediği şeyin sırrını çözdüm galiba.”
“Nedir?” dedi Şule Hanım. Hâlâ suçluluk duyuyordu.
“Madem kazağı küçülttün insanları da küçültebilirsin diye düşünüyor.”
“Anlamadım.” dedi kadın.
“Çok basit.” dedi Numan Bey. “Kazağı küçültmeyi başardığına göre, insanları da küçültebilirsin diye düşünüyor.”
“Yine neler geçiyor aklından acaba? Niye istiyor ki insanların küçülmesini?”
“İnsanların küçülmesini niye istediği kolay anlaşılabilir de sen asıl bunu nasıl yapacağını düşün.”
“Eyvah!” dedi Şule Hanım. “İş başa düşüyor desene.” Az önceki sıkıntılı havadan çıkmaya çalışıyordu. “Herkesi teker teker çamaşır makinesine sokmam ve çok sıcak suda yıkamam gerekecek.”
İnsanların çamaşır makinelerine kendi boylarında girip küçülmüş olarak çıkmaları çok komik geldi ikisine de. Birlikte güldüler.
“Bunu neden istediğini anladığını söylemiştin.” diye anımsattı Şule Hanım. “Niye istiyor sence?”
“Az önce söyledi ya…” dedi Numan Bey. “Kimseye başını kaldırıp bakmak istemiyormuş. Anlayacağın insanlarla eşit ilişkiler içinde olmak istiyor bizim bücür.”
Annesi de hak verdi Burkay’ın bu isteğine:
“Büyüklerin eğilerek saçını okşadıkları bir ufaklık olmaktan bıkmış demek.”
İzlediği çizgi film bitip de Burkay’ın yanlarına gelmesine kadar gözlerinde canlandırıp eğlendiler oğullarının hayaliyle. Büyükannesiyle el ele tutuşmuş kırlarda koşarken düşündüler Burkay’ı, gülümsediler. Dedesini kucağına almış gezdirirken düşündüler, kahkahayı bastılar. Derken Burkay geldi. O daha bir şey sormadan babası atıldı:
“Ne zaman başlıyoruz insanları küçültme işine?”
“Aaa! Evet.” dedi Burkay. Annesine döndü. Büyük bir ciddiyetle sordu:
“Yapabilir misin anne? Tıpkı kazağı küçülttüğün gibi, insanları da küçültebilir misin?”
Karısı bir şey söylemeden Numan Bey:
“Önce sen söyle bakalım; niye istiyorsun bunu?” diye sordu.
“Dedesiyle birlikte uçurtma uçurmak istiyor anlaşılan.” dedi Şule Hanım. “Ya da büyükannesiyle el ele tutuşup markete gitmek.”
Burkay onların sözlerinin ve gülüşmelerinin bitmesini sabırla bekledi. Sonra küçümser bakışlarla süzdü ikisini de.
“Çocuk gibisiniz.” dedi. “Ne kadar basit şeyler düşünüyorsunuz!”
Annesinin ve babasının gülmemek için dudaklarını ısırdıklarını fark etmedi. Babasına döndü.
“Babacığım,” dedi. “Hani geçen gün, Fethi Amcalar geldiğinde, yeryüzündeki doğal kaynakların insanlara yetmemeye başladığından söz etmiştiniz, anımsadınız mı? Hatta Afrika’da pek çok insanın açlıktan ölmek üzere olduğunu da söylediniz.”
“Evet,” dedi Numan Bey. Şule Hanım da, o da birden ciddileşmişlerdi.
“İşte,” dedi Burkay. “Dün akşam o rüyayı gördükten sonra düşündüm ki bütün insanlar benim boyumda olsa kimse aç kalmaz. Herkes daha az yemekle doyar, daha az kumaşla giyinir. Dünyada var olan besin maddeleri herkese yeter. Kimse de açlıktan ölmez.”
Annesinin de babasının da gözleri doldu. Onlar Burkay’ın onlarla rahat rahat oyun oynamak için insanları küçültmek istediğini sanırken oğulları neler düşünürmüş meğer.
İkisi birden Burkay’ın yanına, yere diz çöktüler. Şimdi Burkay’la aynı boyda olmuşlardı.
“Bak, seninle aynı boydayız.” dedi annesi. Babası da karşısına geçti, büyük bir insana anlatır gibi anlattı:
“Dünyadaki açlığa ve yoksulluğa çare bulmaya çalışman çok güzel. Ama bunun için insanların küçülmesi gerekmez. Var olan kaynaklar bilinçli kullanılsa, insanlar arasında eşit bir paylaşım olsa kimse açlıktan ölmez. Dünyanın zenginliği herkese yeter.”
Sonra Burkay’ı kucaklarına alarak ayağa kalktılar.
“Demin aynı boydaydık. Şimdi de aynı boydayız. Sence hangisi daha iyi?” dedi babası. Burkay çevresine bakındı. Masanın ayaklarıyla aynı boyda olmaktansa her şeye böyle yüksekten bakmak çok daha güzeldi.
“Bu iyi.” dedi.
“Öyleyse yukarıda eşit olmak, aşağıda eşit olmaktan daha güzel.” deyip oğlunun onaylamasını bekledi Numan Bey. Sonra da ekledi:“
Demek ki insanları küçültmemiz değil, seni büyütmemiz gerek.”
Üçü de birbirine sarılmaya çalışınca kolları dolandı. Herkes ötekinin neresi denk gelirse oraya öpücükler kondurmaya başladı.