MENÜ ☰
Çocuk ve Genç » Hikaye, Manşet, Yazarlar » Gülümse / Selin UÇAR
Selin UÇAR
Gülümse / Selin UÇAR


‘…
Gül, hayat yoldaşım. Gülmeyi unutma.
Benden paydos; sen halledersin hayatı.’
Bazen, sevginin kavrulduğu gülüşlerinizi bir ömre bedel edecek insanlar olur etrafınızda… Ama hep değil; bazen. Mutluluğunuzun üstüne kuluçka misali otururlar; sevginizin nöbetçisi, masumiyetinizin anne şefkatçisidirler. Belki amansız tebessümlerinizin, belki ansız hayretlerinizin sebebidirler.
En utanıp sıkıldığım, söylememekte ısrar ettiğim yıllarında yaşım. Siz bilmezsiniz bu yaşları, anlatsam anlamazsınız. Bu dönemlerde beyin yılları geri sararak anımsar.
Dün, mutluluğumun üstüne kötü bir şekilde çöken kara bulutların günü. Hatırlamaya başlayınca aşağı çöküyor dudaklarım, küçülüyor gözlerim; burkuluyor, inciniyor yüreğim. Yine, burnumun kemikli köşesinde eskiyen gözlüğümün camları ardından bakıyorum, elimdeki şişlere, dokusuna alıştığım yünlere. Arada gözüm kaymıyor değil, dakika başı ‘tın’ diye ses çıkaran saate. Yirmi yedi, yirmi sekiz, yirmi dokuz derken tam yarım saattir eve gelmeyen kocama olan merakım katlanarak artıyor ve ‘Geç kalmıştır.’ düşüncelerim gereksiz gelmeye başlıyor. Sonuncu ‘bir dakika’ bekleyişimden sonra telefona sarılıyorum ve ilk başta yer alan kocamı arıyorum.
Birkaç çalıştan sonra kaşlarım çatılıyor ve yutkunuyorum. ‘Geç kalmıştır.’
Son çalıştan sonra, yabancı bir erkek sesi. “Alo, Faruk Bey’in eşiyle mi görüşüyorum?” Arkadaki kalabalık sesler yüreğimin çırpınışlarını artırıyor. Bir yandan içimden sayıklıyorum, ‘Geç kalmıştır.’
“Alo, kiminle görüşüyorum?” Yenilenen sorusu üzerine “Eşiyim.” diyorum.
“Hanımefendi eşiniz,”
Hayır, “Geç kalmıştır…”
“Ufak bir kaza geçirdi, hastaneye gelmeniz gerekiyor.”
Sonunda göz kapaklarım kapanıyor ve engel olamadığım bir hıçkırık fırlıyor ağzımdan. Aldığım adresle, üzerime bir kaban geçirip yola çıkıyorum. Hastaneye geldiğimde, büyük bir telaşla, sekreter zannettiğim hemşireye kocamı soruyorum. Beni sekretere yöneltiyor.
“Eşim nerede! Faruk İşler, nerede?” Sekreter, beni koridorun ucuna götürüyor. Polislerle karşılaşıyorum. Ellerinde kâğıt kalem, akıllarında görünmez kaygılar, düşünceler. Gerisini hatırladıkça, anlatmak istemiyorum, dilim varmıyor.

Acı olan, bu anlattıklarım değildi. Acı olan, eşimin ufak bir kaza geçirmiş olması değildi. Acı olan, eşimin ölmüş olmasıydı. O an hissettiğim acı, morgdaki eşimin cansız bedeni kadar hissiz, mor gözaltları kadar yorgun bir acıydı. Bedeninin konulduğu yer kadar soğuk, kokan kan kadar yoğun bir acıydı. Ölüm kadar sessiz, diriliş kadar çığlık çığlığa bir acıydı. Bilmem kaç saatimi morg kapısının önünde ağlayarak geçirdikten sonra bir polis, “Kalk teyzeciğim.” diyor bana. Gözleri yorgun, bakışları acıyan; biliyorum ki onun da arkasında bıraktığı bir ailesi var. Onunla anlık bir duygudaşlık kuruyorum ve bana uzattığı elini tutarak doğruluyorum.
“Hani, ufak bir kazaydı yavrum?” Sona doğru fısıldaşan sesim, bir hıçkırık daha koparıyor yüreğimden ve polis memurunun iç çekişine tanık oluyor gözlerim.
“Eşinden mektup var teyzeciğim. Sıkıştığı araba koltuğunda son nefeslerini verirken bunu sana iletmemi söyledi.” Gözlerimden akan yaşları durdurup, polisin elindeki buruşmuş kâğıdı alıyorum. “Sağ ol yavrum.” diyorum ve bir hayır cümlesiyle ona bırakıyorum.
Elimdeki mektubun katlanmış sayfalarını açarken bedenim, ellerim, parmaklarım titriyor. Açıyorum ve okumaya başlıyorum.
“Merhaba sevgilim.
Muhtemelen bu mektupta dolaşırken o ela gözlerinin masum bakışları, benim bedenimin bulunduğu odanın hemen yanı başındaki koridorda olacaksın. Tahmin ediyorum ki gözlerin şiş, yüreğin acıyla dolu. Ama unuttuğun bir şey var can yoldaşım; seninle aynı dört duvarda geçen yarı ömrümüz boyunca senin hep ‘gülümseyişlerini’ sevdiğim…
Sen hep saçma sapan şeylere ağladın canım. Film izlerken, kitap okurken, geçmişi süzerken ağladın. Sen, o bir damlasına kurban olacağım gözyaşlarını hep sarf ederken saçma şeylere, ben de her zaman aynı şeyi yapardım, hatırlar mısın? Yanına gelip gözyaşlarını siler, “Ağlama, gözyaşlarının kıymetini bilmiyor musun sen?” diye azarlardım seni… Evet, canım, ben ciddiydim. Her ne kadar ben bu sözleri söylediğimde bana alaycı bakışlar atıp gülsen de, ben ciddiydim. Uykum geliyor karıcığım. Uzatamayacağım mektubumu. Artık yalnızsın, bence bekleme artık beni; elindeki örgüyle, koltuğun başında. Zaten kurtulsam bile, bacağımı hissetmiyorum, yürüyemem galiba bir daha. O yüzden vasiyetimdir sevdiğim, malımı mülkümü boş ver, gülüşlerim sana mirasımdır. Sevgim sana mirasımdır. Neşem sana mirasımdır.
Hah, işte ambulans geliyor canım. Hadi hoşça kal. Ama en önemlisini de asla unutma. Gül, hayat yoldaşım. Gülmeyi unutma.
Benden paydos; sen halledersin hayatı.”

📆 18 Şubat 2022 Cuma 18:18   ·   💬 0 yorum   ·