Kasabanın birinde tonton mu tonton, cömert mi cömert bir ihtiyarcık yaşarmış. İyi kalpli, eli açık bu ihtiyarcığa kasaba halkı cömert dede adını takmış. Cömert dedenin bereketli bir bahçesi varmış. Kenarından şırıl şırıl billur bir ırmak akarmış. Narlar, üzümler, elmalar, kirazlar her çeşit meyve cömert dedenin bahçesinde varmış. Tazecik sebzeleri cana can katarmış. Öyle lezzetli öyle lezzetliymiş ki meyve ve sebzeleri yiyen o tadı unutamazmış.
Cömert dede bahçesinin kapısına kocaman bir cümle yazdırmış. “Bu bahçenin meyvelerinden her isteyen yiyebilir” demiş. Meyve ve sebzelerini yiyip, içen herkese de hakkım helaldir etmiş. Cömert dedenin bahçesinin ünü bir gazetecinin kulağına gitmiş. Gazeteci bahçeyi ve cömert dedeyi çok merak etmiş. Günlerden bir gün kasabayı ziyarete gelmiş. Kasabaya girmek üzereymiş. Yol kenarında mis kokular saçan bir bahçe dikkatini çekmiş. Bahçeyi hayran hayran seyretmiş. Şırıl şırıl akan nehir suyu bütün yol yorgunluğunu gidermiş. Bir ara gözü bahçe kapısına ilişmiş. Bu bahçenin meyvelerinden, sebzelerinden her isteyen yiyebilir. Bir de ne görsün. Bahçe kapısında kocaman bir cümle yazılıymış. Demek söylenenler doğruymuş. Gazeteci hayret etmiş. Fotoğraf makinesini eline almış. Bahçeye doğru yol almış. Bereketli bahçenin fotoğrafını çekmiş. Ağaçları, şırıl şırıl akan dereyi ve o kocaman yazıyı bir güzel fotoğraflamış. Cömert dede fotoğraf çeken gazeteciyi görmüş. Onu yanına buyur etmiş. Evlat gel hele. Hoş gelmişsin buyur otur demiş. Nereden gelip nereye gidersin diye sormadan edememiş. Gazeteci cömert dedeye bahçeyi merak ettiği için geldiğini söylemiş. Bu bahçenin ünü bizim kulağımıza kadar geldi demiş. Anlatılanlar gerçek mi? Görmek istedim demiş. Gördüm ki gerçek. Fotoğrafları bu yüzden çektim demiş. Cömert dede bu arada hemencecik baldan tatlı meyvelerinden ikram etmiş. Lafa daldık. Buyur evladım. Tat bakalım bereketli bahçemin meyvelerinden demiş. Gazeteci önüne konan iri iri elmaları, mis kokulu narları, üzümleri iştahla yemiş. Hem yemiş. Hem de cömert dedenin niçin böyle davrandığını öğrenmek istemiş. Dedeciğim anlat hele bu ne iştir? Cömert dede biraz duygulu ve gözleri dolu bir bir anlatmış. Evlat demiş. Bir zamanlar bu kasabanın çobanıydım. Fakir idim. Karın tokluğuna çalışırdım. Bir gün yine sürüyü otlatmak için yola düşmüştüm. Yolda giderken birinin bahçesinin önünden geçiyordum. Bahçede yeşil soğanlar boy atmıştı. O günü canım o soğanlardan çok çekmişti. Bahçe sahibinden bir kök soğan istemiştim. Canım çok soğan çekti dedim. Bahçe sahibi beni bir güzel payladı. Yüreğimi dağladı. O gün akşama kadar üzüldüm. Bir gün bir bahçem olursa bahçemden herkese yedirip içereceğim demiştim. Gün oldu benim de bir bahçem olmuştu. Bahçemin yetişmesi için yıllarımı vermiştim ama hiç kimseyi incitemedim demiş. Bir iç geçirmiş. Gözlerinden bulgur gibi yaş inmiş. Gazeteci de bundan çok etkilenmiş. Cömert dedenin gözyaşlarını silmiş. Cömert dede gazeteciye işte oğul bu bahçenin hikayesi böyle demiş. Gazeteci cömert dedeyi çok sevmiş. Bereketli bahçeyi bir güzel hikaye etmiş. Sonrası cömert dedenin bahçesine gelenlerin sayısı artmış. Meyveleri mis kokular saçmış ve mutluluktan bollaşmış. Artmış eksilmemiş. Taşmış dökülmemiş. O günden bugüne cömert dedenin hikayesi anlatıla gelmiş.
Cömert dede ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.