Pelin ÜNAL
Küçük bir kız çocuğu vardı. Gereğinden fazla sakin ve yalnız… İçinde ürkek küçük bir kalp ve hayatın akışına ayak uydurmaya çalışan minik bir beden… Okul çağına gelmiş ama okul için heyecanlanmayan aksine düşüncesinden bile endişe duyan bir cimcime. Her sabah karın ağrısı ve mide bulantısıyla uyanıp günün sonunun hayaliyle okula giden bir çocuk. Peki, onu eve ya da annesine bağlayan şey neydi? Yeni şeyler öğrenebilmek için yanıp tutuşmayan arkadaşım olsun yaramazlık yapayım diye düşünmeyen bir çocuktan daha acı ne olabilir ki…
Yaşama bir sıfır yenik… Çünkü kendini keşfetmek ya da başka insanlara yeteneklerini gösterebilmek çok zor. Kalabalık sınıflar için en ideal öğrenci profili tabii ki. Sınıf zaten çok gürültülü onun sessizliği asla fark edilmiyor, edilse bile kesinlikle rahatsız edici değil Aferin denerek bu suskunluğu pekiştiriliyor. Bu düşünce ve sancılarla ilkokulu bitirmiş, okula, derslere doğal olarak ilgisiz.
Değerli öğretmen arkadaşlarım bu çocuk kendini meslek hayatına başlayınca fark etti. Belki onun keşfedilmemiş olması yanlış seçimler yapmasına sebep oldu belki kendini çok yalnız hissetti belki her gece kahraman olduğu hayallerini kurdu. Çok geç… Bizim mesleğimiz bir iş değil bir gönül meselesi… Tanımadığımız o küçük yüreklere dokunmak. Onların sessiz kalan değil de merak eden, çocuğum sus demek yerine onu sormaya konuşturmaya çabalayan sabır ve özveri gerektiren nadide bir mesele…
Her şeyin öncesinde çocuğa evden annesinden kopamadığı o eksiği evet bu okulda da var dedirtmek.’ Bende seni seviyorum ‘bunu hissettirmek. Göreve başladığım ilk andan beri en temel hedefim kendini seven değerli hisseden ve bunu başkasına da hissettirebilen karakterli çocuklar yetiştirebilmek. Okul öncesi öğretmeni olarak “En çok hangi etkinliğe önem veriyorsunuz?” sorularından ziyade önceliğimiz budur. Keşfedelim, kendini keşfetmemiş bu yavruları. Onların gönüllerinde ufak bir yer açalım kendimize. Kuytuda kalmış yürekleri oradan çekip çıkaralım…