Uzun yaz günlerinde, oynamaktan, ağaçlara tırmanmaktan, hiç yorulmazdım. Bitip tükenmeyen enerjim vardı. Annem seslenir, zorla bir iki lokma yer, yeniden sokağa fırlardım. Sadece ben değil, tüm arkadaşlarım da böyleydi. Birlikte hareket eder, mahalleyi, asla rahatsız etmezdik. Çünkü annelerimiz, hasta olan vardır, bebeği olan vardır, işe gidecek olan vardır, sakın ha ses çıkarmayın, küçük sesle konuşun derlerdi. Hangi arkadaşımızın kapısına gitsek, mutlaka bizleri içeri davet ederler, sokakta bir şey yememize izin vermezlerdi. Annem de aynısını yapıyor, göz hakkı, diyordu. O zamanlar pek anlamıyordum, ama şimdi daha iyi anlıyorum. Büyükler sözle değil, davranışla bizi eğitiyorlardı. Terliyken su içme, karnını doyurmadan evden çıkma gibi, basit ama bir o kadar da önemli uyarılardı.
Gün; akşama dönünce, güneş batışa geçer, ay doğmaya hazırlanırdı. Tek tük yıldızlar görünmeye başlardı. Babalar işten eve dönerken, anneler akşam hazırlığına başlarlardı. Biz çocuklarda vedamızı maniyle yapardık.
Evli evine
Köylü köyüne
Yine görüşürüz
Şafak sökünce
Der ayrılırdık.
Bazen biraz daha karanlığa kaldığımız olurdu. Bu sefer gökyüzüyle konuşmaya başlardık.
Ay dede ay dede
Senin evin nerede
Cevap tabi yine bizden gelirdi.
Gökyüzünde yaşarım
Işığımı saçarım
Çocuklara bakarım
Tabi bu yetmezdi bize devam ederdik.
Ay dede ay dede
Bize masal söylesene
Melodik şekilde devam ederdik
Bir varmış bir yokmuş
Ay bir tane yıldız çokmuş
Her Yıldız bir çocukmuş
Yatağına yatınca
Usulcana gelirmiş
Hep birlikte dünyayı
Dolaşmayı bilirmiş
Sen uykuya dalınca
Alnınızdan öpermiş
Ve evlerimize giderdik. Bu söylem dilimizde, hayali gönlümüzde, yatağımıza yatar, güzel rüyalara dalardık. Nesilden nesile geçsin masallar, anlatandan anlayana uzansın masallar.
Resim için Almanya’dan Rosy Zie‘ye teşekkür ederiz.