Dil araştırmalarında ağızların önemi konusunda hiç bilgim yoktu. Türkoloji’de ağızları incelediğimiz derslere girinceye kadar da olmadı. O zamanın koşullarında ağız derlemelerinin nasıl yapıldığı konusunda düşünmüş de değildim. 1940’lı – 50’li yıllarda, teyp yok, kayıt cihazı yok, gidilen köyün yaşlılarını, özellikle dış etkilere görece kapalı, yaşlı kadınlarını konuşturup anlattıklarını, söyleyiş özellikleriyle birlikte not etmekten başka çare de yok. Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, derslerinde bizi tahtaya kaldırıp ağızlardan bu ilkel yöntemle derlenmiş cümleleri çözmemizi isterdi. Bana sorduğu ve içinden çıkamadığım bir cümle olduğu gibi aklımda: “Atoh iptan anasini attila.” Erzurum ağzıymış. Üçüncü sözcüğün “annesini” olduğunu bulmak kolaydı. “Attila”nın “attılar” olduğunu bulmak da fazla zamanımı almadı. Ama ilk iki sözcük… “Atoh” ne ola ki? “Ya “iptan”? Sınıfça uğraştığımız halde bulamayınca hoca açıklamak zorunda kaldı. “Artık” sözcüğü değişip dönüşerek Erzurum ağzında “atoh” biçimini almış. “İptan” da “iptidadan”, yani “baştan, ilk olarak” demekmiş. Caferoğlu, geldiğimiz yörenin ağız özellikleriyle ile ilgili bilgi de almak isterdi bizden. O yöreye gitmek yerine, oradan gelmiş olanı konuşturmak… Gayet akıllıca… Gelgelelim ben Ayvalık – İzmir yöresinin, yani Ege’nin ağız özellikleriyle ilgili hiç konuşmadım. Zaten çekingen bir çocuktum. Kendi insanımda kusur gibi gördüğüm söyleyiş farklılıklarını uluorta dile getirmeyi de yakıştıramadım kendime. İhbar etmek gibi mi geldi, kim bilir. Oysa önemlidir ağızlar. Dilin gelişim / değişim yönü, biçimi ağızlar üzerinden takip edilir. Ulusal yayın organlarında, yani radyo, televizyon ve gazetelerde kullanılması standart dilin tekliğini bozacağı için elbette istenmez ama her yörede o yörenin konuşma biçiminin yaşatılması dil incelemeleri açısından önemlidir. Günlük kullanımda her ne kadar “ağız” yerine “şive”, hatta bazen “lehçe” sözcüğü kullanılıyor olsa da dilbilgisi açısından bunlar birbirinden farklı kavramlar. Lehçe: Bir dilin tarihsel, bölgesel, siyasal sebeplerden dolayı ses, yapı ve söz dizimi özellikleriyle ayrılan kolu, diyalekt demek. (TDK) Lehçelerde, ses, biçim ve sözcük ayrılıkları çok olur. Bu yüzden lehçeler kimi dilciler tarafından başka bir dil olarak kabul edilir. Örneğin Çuvaşça ve Yakutça Türkçenin lehçeleridir ama Yakutlar, Sibirya’nın kuzeyinde yaşarlar; Şamanist ve Ortodoksturlar. Çuvaşlar ise Volga’nın iki kolunun kesiştiği bölgededirler ve Ortodoksturlar. Şive: Bir dilin izlenebilen tarihi dönemlerinde ayrılmış koludur. Şivede farklılıklar, lehçede olduğu kadar belirgin değildir. Ancak ağız farklılıkları yazı diline girmezken şive farklılıkları yazı diline de yansır. Türkçenin şiveleriyle ilgili internetten bulduğum ilginç bir tabloyu da paylaşayım burada: Diller Cümle yapısı Türkiye Türkçesi: Çocuklar okulda dilimizi latin alfabesi ile yazıyor. Gagavuzca: Uşaklar şkolada / okulda dilimizi latin alfavitindä yazêr. Azerice: Uşaqlar mektebde dilimizi latin elifbası ile yazır. Türkmence: Çagalar mekdepde dilimizi latyn elipbiyi bile(n) yazyar. Özbekçe: Bolalar maktabda tilimizni latin alifbosi bilan / ila yozadi. Uygurca: Balilar mektepte tilimizni latin elipbesi bilen yazidu. Kazakça: Balalar mektepte tilimizdi latin alfavitimen jazadı. Kırgızca: Baldar mektepte tilibizdi latın alfaviti menen jazat. Tatarca: Balalar mäktäpdä telebezne latin älifbası bilän / ilä yaza. Ağız ise aynı dil içinde ses, şekil, söz dizimi ve anlamca farklılıklar gösterebilen, belli yerleşim bölgelerine veya sınıflara özgü olan konuşma diline verilen addır. Karadeniz ağzı, Konya ağzı gibi… Somut bir örnek vermek gerekirse, Türkiye Türkçesi bir şivenin, Konya ağzı ise, bu şive içinde, bir bölgede görülen söyleyiş farklarının adıdır. İzmirlinin domatese “domat / tomat”, simide “gevrek” demesi, şimdiki zamanı “geliyom, gidiyom” diye çekmesi bir ağız özelliğidir. Ege ağzı, Karadeniz, Konya ağzı vb. bilinir de Ayvalık ağzı pek bilinmez. Ayvalıklı yabancının karşısında kibarlaşır mı ne? Kendi arasında konuştuğu gibi konuşmaz pek. Genelde soru anlamı tonlama ile verilir Ayvalık ağzında. Standart dilde pek az kullanılan geniş zaman çekimi, geniş geniş kullanır. “Çalışıyor musun?”unun Ayvalıkta soruluşu, sese verilen soru tonlamasıyla “Çalışırsın?” biçimini alır. Bir de küçültme eklerine düşkünlüğü çokçadır Ayvalıklının. “Dökeyim sana bir çaycağız?”, “Çay içer misin?”in Ayvalıkçasıdır. Geçen yaz, Rasim Öztekin’in Ayvalıklı bir marangozla konuşmasını anlattılardı. Evine bir dolap yaptırmak istemiş Rasim Öztekin. Görüşüp anlaşmışlar. “Yaparız bir dolapçık” demiş marangoz. “Yok yahu,” demiş Alptekin. “Dolapçık değil dolap istiyorum ben.” “Tamam işte. Yaparız dolapçığını” dermiş yine marangoz. Bu yazıyı esinleyen de geçen yaz duyduğum bir sözdü. Epey kurak geçmişti geçen yaz. Cunda’dan dönerken yağmur çiselemeye başlayınca yanımda oturan kadın pek sevinmiş, en doğal haliyle, “Yağsın yağmurcuklar, yağsın. Kurudu tarlalarımız,” deyivermişti. O böyle deyince aklıma, yıllarca Almanya’da yaşamış bir dostumla yaptığımız tartışma gelmişti. “Hiç ‘yağmurlar’ denir mi? ‘Yağmur’dur o! Çoğulu olmaz.” diye iddia ediyordu dostum. “Almancada öyle mi?” diye sormuştum hemen. Almanca büyük dil ya… Türkçede Almancaya aykırı düşen bir durum varsa mutlaka yanlıştır. Almanca bilenler, Almanca ile karşılaştırırlar Türkçeyi, İngilizce bilenler İngilizce ile… Türkçe hep haksızlığa uğrar bu karşılaştırmalarda. Yanlışlar, eksikler, hatalar hep Türkçededir. Oysa Türkçede çoğul eki olarak bildiğimiz “-lar, -ler” yalnızca çoğul anlamı katmaz. Yapım ekine dönüşür; bakın neler yapar: Aile anlamı katar: Aksanlar, Vedat Beyler, Aysel Hanımlar; teyzemler, amcamlar… Topluluk adı yapar: Atatürkçüler, devrimciler, nurcular… Millet, kavim, devlet adları yapar: İspanyollar, Çinliler, Osmanlılar… Bir dine, tarikata bağlı olanları gösteren adlar yapar: Müslümanlar, Museviler, Aleviler… Semt, mahalle, köy vb. adları yapar: Akaretler, Çiftehavuzlar, Yağhaneler… Coğrafya adları türetir: Alpler, Toroslar, Antiller… Botanik ve zoolojide aile adları yapar: amipler, iki çenekliler, omurgalılar… Aile ve topluluk gösteren “-gil” ekiyle birleşerek terim üretir: aslangiller, baklagiller… Peki ya “-cık, cik” eki? Yalnız küçültme eki midir? Haydi onun işlevlerini de sıralayıverelim: Sıfat niteliğinde küçültme adları türetir: arpacık (soğanı), köprücük (kemiği)… Küçültme anlamlı adlar türetir: bademcik, beyincik, gelincik… Adlardan yer adları yapar: Çınarcık, Gölcük, Yakacık… Sevgi, şefkat, acıma anlamlı adlar yapar: adamcık, Ayşecik, kedicik, Mehmetçik… İyelik eklerinden sonra kullanıldığında sevgi anlamı güç kazanır: anneciğin, Ayşeciği, teyzeciğim… Ayvalıklının “yağmurcuğu, dolapçığı” da bu son anlamdan çıkmış, bir sevimlilik katma isteğiyle alanını genişletmiş. Sorsanız çok bilmişler bir ekin, bir sözcüğün pek çok anlamda kullanılmasına yoksulluk derler.Amerikalı ve İngiliz saçın tek teline de tümüne de “hair” derken, Alman yağmurun tek damlasına da sağanağa da “regen” derken eziklik duymuyor; biz “yağmur-lar” dersek Türkçeye değil, batı dillerine aykırı davranmaktan suçluluk duyuyoruz. Kendi dilimize güvenmeyi ne zaman öğreneceğiz acaba? Öğrenecek miyiz? |